22 Ocak 2018 Pazartesi

DOĞU EKSPRESİ İLE RÜYA GEZİ (KARS’A YOLCULUK)




                         DOĞU EKSPRESİ İLE RÜYA GEZİ (KARS’A YOLCULUK)
        İki yıldan daha uzun süre oldu gezi yazıları yazmıyorum. Sıkıntılı bir süreçti artık oturdum masaya ve yazmaya başladım, heyecanlıyım.
       Uzun zamandır planladığımız ve zor da olsa biletlerimizi alabildiğimiz Doğu ekspresi ile Kars gezimize başladık. Öncelikle Sivas’a gidip Ankara’dan gelen treni yakalayacaktık. Tren Ankara’ya 04.20 gibi geldi. Ve asıl yolculuk Sivas’ta başladı. Tren öylesine yavaş gidiyordu ki üç saat sonra gün ışıdığında biz daha Divriği’ye varmamıştık. Etraf kıraç, çıplak ağaçlar kar örtüsünden yoksun, dağlar bu kış beyaz yorganını örtmemişti yurdumun bu ellerinde. Sadece başları üşümüş olsa gerek dorukları karlı dağlarımın…
       Her istasyonda her ilçede hatta birçok köyde dura dura ilerliyorduk. Anadolu toprağımın bereketini borçlu olduğu dereler çaylar bir sağımızdan bir solumuzdan bizleri selamlıyordu. Issız doğada bu manzaraları izlerken önümden görüntüler film şeridi gibi akıyor, bir güzellik diğerini kovalıyordu sanki. Ara ara dağların arasındaki küçük köylerden geçerken duman tüten bacalar Anadolu’mun her toprağının yaşanılası olduğunu anlatıyordu bizlere. Hangi yönden fotoğraf çekeceğimize karar verip yetişemedik.

    Erzincan’a gelmiştik hala kar yoktu. Yola devam ederken orayı gördüm. Ortasından Fırat’ın aktığı, oymalı tokmaklı ve oymalı kapılı iki katlı ahşap evleriyle tarihi dokusunu korumuş Kemaliye’yi yıllar önce ziyaret etmiştim.İki dağın arasındaki vadiye sıkışmış, ancak dağın içinden geçen bir tünelle sanki başka bir dünyaya açılırcasına başlayan yeşil ilçe Kemaliye. Tarihe de adını yazan Kemaliye’nin karşı tepedeki köyü Başbağlar’ın dağları dili olsa da konuşsa….Yola devam….   İliç ve Kemah’ın toprağı turuncu ağaçların dalları kızıl kızıldı; biz gelmeden önce kim boyadıysa doğayı! Yakışmıştı hani. Biz de bu resim tablosunu izleyerek devam ediyorduk yolumuza, tabi bu tabloyu sensörümüze kaydetmeden geçmek olmazdı. Bu sırada ara duraklardan binen belli ki oralı bir yolcu zurna çalmaya başladı trenin restoranında. Bu manzaranın tek eksiği müzikti o da oldu. Seyretmeye ve bu atmosferi anlatmaya kelimeler yetmezdi ve yetmedi de.
   Erzurum’a yaklaştığımızı anlamıştım toprak üşümüştü anlaşılan yavaş yavaş beyaz örtü doruklardan aşağıya inmeye başlamıştı. Erzurum’a uğrayıp da cağ kebabı yemeden olmazdı, trenin molası sadece on dakikaydı. Sipariş verdik meğer herkes bunu yapıyormuş! Vagon numaramızı söyledik. Cağ kebabı geldi. Yerler kar buz, tabi burası Erzurum; zar zor inip kebabımızı aldık ve karlı Erzurum’u seyrederken cağ kebabımızı ayranımızı ve Kadayıf dolmamızı yedik… Artık hava kararmıştı, dışarısı görünmüyordu. Bizler de  kah kendi aramızda kah diğer yolcularla sohbet ede ede yolculuğumuzu tamamladık.
  Ertesi sabah aynı trene Sarıkamış’a gitmek üzere binmiştik. Restoranttaki görevliler şaşırıp ‘siz dün akşam gelmemiş miydiniz’ dedi. Biz de Sarıkamış Şehitleri Anma törenleri için Sarıkamış’ta ineceğimizi söyledik. Kars Sarıkamış arası trenle yaklaşık elli dakika.
  Sarıkamış Şehitlerini Anma Törenleri’nde duygu hat safhada idi. Kar diz boyu, soğuk burnumuzu sızlatıyordu. Biz o kalın giysilerle dahi üşürken 1914 yılında yaşları 15 ile 20 arasında değişen bine yakın, her biri annelerinin ördüğü kazakla ya da ince çarıkla dağlarda gece gündüz soğukla bir de tipi ile mücadele ederken ölen gençleri hatırlamak insanın burnunu bir başka sızlatıyordu.Türkiyemzin her bölgesinden insanlar sivil toplum örgütleri ve okullar gelmişti.Ellerinde Türk bayrakları her biri şehitlerimizi konuşuyor havanın soğukluğunu düşünmüyordu. Soğuktan değil bu duygulu atmosferden sızlıyordu burunları. Dağdan aşağıya yedi km yürüdük. Düşmemek için kısa adımlar atarak ve her adımımızı kontrol ederek ve ellerimizdeki Türk Bayraklarını sallamayı unutmayarak…
   Sonrasında Sarıkamış Kayak Merkezine çıktık. Hava belirgin soğumuştu. Kardan dalları sarkmış çam ormanlarının üstünden telesiyejlerle doruğa kadar çıktık. Kar toz gibi ve güneş vurunca kristalize görünüyordu. Sarıkamış’ın kristal karı pek az yörede görülen ender bir kar. Tesislerde sıcak karlı ormana karşı sıcak salep iyi gitti. Akşam Kars’ta Hanımeli Restorantta yöresel yemekler eşliğinde aşıklar atışmasını dinledik eşlik ettik ve bizlere de dört yazmaları güzel anlardandı.
    Ertesi gün için Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü’nü gezdirmek üzere taksi kiraladık. Ani Harabeleri tanrıça Anahit’in Kenti, 5.yüzyıla tarihlenen hikayesi günümüze ancak kalıntılar olarak gelebilmiştir. Üç yıl önce şubat ayında geldiğimde daha az kar vardı. Şimdi kar örtüsü altındaki tarihi şehir daha güzel fotoğraf verdi. Birbirimizi anıtların yanında model olarak kullanıp anıtların boyutları hakkında da fotoğraf kareleri bizlere bilgi vermiş oldu. Oradan Çıldır Gölü’ne hareket ettik. Göl kısmen donmuştu. Ortası o kadar ince katman olacak ki güneşte dayanamayıp ara ara çatlaklar oluşturuyordu gün ortasında. Belli ki gece yine donacaktı. Bu durumda ancak gölün donan kıyı bölgesinde yürünebilir ileriye gidilemezdi. Bir lokantanın önünde durduk. Gölde buz cam gibi parlıyordu. Önce korktuk sonra buza girip müzik açıp dans ettik. Göldeki yansımalarımızı fotoğrafladık. Kardan top yapıp buzda birbirimizle paslaştık, eğlendik, güldük, zıpladık, dans ettik. Gün batımına doğru merkeze dönerken karşıda kıpkırmızı bir gökyüzü beyaz karın rengini değiştirmiş, dağların beyaz örtüsü yer yer pembeye boyanmıştı. Buralarda çalan türkülerin bir başka olduğu söylenir, arabada çalan türküleri dinlerken buna ben de inandım…
   Akşamüzeri artık ışıkları yanan Kars’ı kaleden fotoğrafladık. Gece yürüyüşe çıktığımızda bir üniversite öğrencisiyle karşılaştık makine mühendisliğini yeni bitirmiş, adı Yıldırım Çoban. Kendisi Ağrılı’ymış. Bizi otantik bir yere götürdü, bir otağının içi gibiydi. Yerde kilim üzerinde siniler, ortada bir soba üzerinde kestane pişiriliyor. Közde pişmiş kahve içip kestane yedik. Yıldırım bize tarihi sokakları ve binaları gezdirdi. Doğuda her zaman Yıldırım gibi birileri mutlaka bekler sizi….
   Dönüş yolu yine trenle idi. Ama manzara daha özeldi. Doğunun sabah kırağısı tüm ağaç dallarına, yerlere, çiçeklere, çatılara, toprağa değmişti. Dalların her biri beyaza boyanmıştı; hiç üşenmeden bizim gidiş yolumuzda. Bir de güneş vurunca dallardaki ışıklar beyaz beyaz yanıyordu karşıdan. Arada tren de kıvrılıp göz kırpıyor o sırada bir tünele giriyordu.  Doyumsuz manzara karşısında kaç dakika öylece oturup seyrettim bilmiyorum. Erzurum’da izin alıp trenin lokomotifine geçtik Mukaddes ve ben. Doğu Ekspresi’nin lokomotifindeydik, rüyamda görsem inanmazdım. Her iki makinistle de sohbet ettik, manzarayı videoya çektik, bize çay ikram ettiler. Buradan adlarını anmak onlar adına problem olabileceğinden sadece teşekkür edebiliyorum. Erzincan yakınlarında kar yine gittikçe azalmıştı ve biz kendi odamıza döndük. Çok uykusuzdum fakat bu güzel manzaraları kaçırmamayı tercih ediyordu gözlerim. Ancak hava kararınca odamda biraz uyuyabilmişim ve bu doyumsuz seyahat maalesef bitti.
    Sivas’tan Samsun’a dönerken Türkiye’nin diğer tren hatlarınla da seyahat edip farklı güzelliklerimizi görmememiz gerektiğini düşündüm.
                                                            ESRA TÜRKDÖNMEZ