DOĞU EKSPRESİ İLE RÜYA GEZİ (KARS’A YOLCULUK)
İki yıldan daha uzun süre oldu gezi
yazıları yazmıyorum. Sıkıntılı bir süreçti artık oturdum masaya ve yazmaya
başladım, heyecanlıyım.
Uzun zamandır planladığımız ve zor da
olsa biletlerimizi alabildiğimiz Doğu ekspresi ile Kars gezimize başladık.
Öncelikle Sivas’a gidip Ankara’dan gelen treni yakalayacaktık. Tren Ankara’ya
04.20 gibi geldi. Ve asıl yolculuk Sivas’ta başladı. Tren öylesine yavaş
gidiyordu ki üç saat sonra gün ışıdığında biz daha Divriği’ye varmamıştık.
Etraf kıraç, çıplak ağaçlar kar örtüsünden yoksun, dağlar bu kış beyaz
yorganını örtmemişti yurdumun bu ellerinde. Sadece başları üşümüş olsa gerek
dorukları karlı dağlarımın…
Her istasyonda her ilçede hatta birçok köyde
dura dura ilerliyorduk. Anadolu toprağımın bereketini borçlu olduğu dereler
çaylar bir sağımızdan bir solumuzdan bizleri selamlıyordu. Issız doğada bu
manzaraları izlerken önümden görüntüler film şeridi gibi akıyor, bir güzellik
diğerini kovalıyordu sanki. Ara ara dağların arasındaki küçük köylerden
geçerken duman tüten bacalar Anadolu’mun her toprağının yaşanılası olduğunu
anlatıyordu bizlere. Hangi yönden fotoğraf çekeceğimize karar verip yetişemedik.
Erzincan’a gelmiştik hala kar yoktu. Yola devam ederken orayı gördüm. Ortasından Fırat’ın aktığı, oymalı tokmaklı ve oymalı kapılı iki katlı ahşap evleriyle tarihi dokusunu korumuş Kemaliye’yi yıllar önce ziyaret etmiştim.İki dağın arasındaki vadiye sıkışmış, ancak dağın içinden geçen bir tünelle sanki başka bir dünyaya açılırcasına başlayan yeşil ilçe Kemaliye. Tarihe de adını yazan Kemaliye’nin karşı tepedeki köyü Başbağlar’ın dağları dili olsa da konuşsa….Yola devam…. İliç ve Kemah’ın toprağı turuncu ağaçların dalları kızıl kızıldı; biz gelmeden önce kim boyadıysa doğayı! Yakışmıştı hani. Biz de bu resim tablosunu izleyerek devam ediyorduk yolumuza, tabi bu tabloyu sensörümüze kaydetmeden geçmek olmazdı. Bu sırada ara duraklardan binen belli ki oralı bir yolcu zurna çalmaya başladı trenin restoranında. Bu manzaranın tek eksiği müzikti o da oldu. Seyretmeye ve bu atmosferi anlatmaya kelimeler yetmezdi ve yetmedi de.
Erzurum’a yaklaştığımızı anlamıştım toprak
üşümüştü anlaşılan yavaş yavaş beyaz örtü doruklardan aşağıya inmeye
başlamıştı. Erzurum’a uğrayıp da cağ kebabı yemeden olmazdı, trenin molası
sadece on dakikaydı. Sipariş verdik meğer herkes bunu yapıyormuş! Vagon
numaramızı söyledik. Cağ kebabı geldi. Yerler kar buz, tabi burası Erzurum; zar
zor inip kebabımızı aldık ve karlı Erzurum’u seyrederken cağ kebabımızı
ayranımızı ve Kadayıf dolmamızı yedik… Artık hava kararmıştı, dışarısı
görünmüyordu. Bizler de kah kendi
aramızda kah diğer yolcularla sohbet ede ede yolculuğumuzu tamamladık.
Ertesi sabah aynı trene Sarıkamış’a gitmek
üzere binmiştik. Restoranttaki görevliler şaşırıp ‘siz dün akşam gelmemiş
miydiniz’ dedi. Biz de Sarıkamış Şehitleri Anma törenleri için Sarıkamış’ta
ineceğimizi söyledik. Kars Sarıkamış arası trenle yaklaşık elli dakika.
Sarıkamış Şehitlerini Anma Törenleri’nde
duygu hat safhada idi. Kar diz boyu, soğuk burnumuzu sızlatıyordu. Biz o kalın
giysilerle dahi üşürken 1914 yılında yaşları 15 ile 20 arasında değişen bine
yakın, her biri annelerinin ördüğü kazakla ya da ince çarıkla dağlarda gece
gündüz soğukla bir de tipi ile mücadele ederken ölen gençleri hatırlamak
insanın burnunu bir başka sızlatıyordu.Türkiyemzin her bölgesinden insanlar
sivil toplum örgütleri ve okullar gelmişti.Ellerinde Türk bayrakları her biri
şehitlerimizi konuşuyor havanın soğukluğunu düşünmüyordu. Soğuktan değil bu
duygulu atmosferden sızlıyordu burunları. Dağdan aşağıya yedi km yürüdük.
Düşmemek için kısa adımlar atarak ve her adımımızı kontrol ederek ve
ellerimizdeki Türk Bayraklarını sallamayı unutmayarak…
Sonrasında
Sarıkamış Kayak Merkezine çıktık. Hava belirgin soğumuştu. Kardan dalları
sarkmış çam ormanlarının üstünden telesiyejlerle doruğa kadar çıktık. Kar toz
gibi ve güneş vurunca kristalize görünüyordu. Sarıkamış’ın kristal karı pek az
yörede görülen ender bir kar. Tesislerde sıcak karlı ormana karşı sıcak salep
iyi gitti. Akşam Kars’ta Hanımeli Restorantta yöresel yemekler eşliğinde
aşıklar atışmasını dinledik eşlik ettik ve bizlere de dört yazmaları güzel
anlardandı.
Ertesi gün için Ani Harabeleri ve Çıldır
Gölü’nü gezdirmek üzere taksi kiraladık. Ani Harabeleri tanrıça Anahit’in
Kenti, 5.yüzyıla tarihlenen hikayesi günümüze ancak kalıntılar olarak
gelebilmiştir. Üç yıl önce şubat ayında geldiğimde daha az kar vardı. Şimdi kar
örtüsü altındaki tarihi şehir daha güzel fotoğraf verdi. Birbirimizi anıtların
yanında model olarak kullanıp anıtların boyutları hakkında da fotoğraf kareleri
bizlere bilgi vermiş oldu. Oradan Çıldır Gölü’ne hareket ettik. Göl kısmen
donmuştu. Ortası o kadar ince katman olacak ki güneşte dayanamayıp ara ara
çatlaklar oluşturuyordu gün ortasında. Belli ki gece yine donacaktı. Bu durumda
ancak gölün donan kıyı bölgesinde yürünebilir ileriye gidilemezdi. Bir
lokantanın önünde durduk. Gölde buz cam gibi parlıyordu. Önce korktuk sonra
buza girip müzik açıp dans ettik. Göldeki yansımalarımızı fotoğrafladık. Kardan
top yapıp buzda birbirimizle paslaştık, eğlendik, güldük, zıpladık, dans ettik.
Gün batımına doğru merkeze dönerken karşıda kıpkırmızı bir gökyüzü beyaz karın
rengini değiştirmiş, dağların beyaz örtüsü yer yer pembeye boyanmıştı.
Buralarda çalan türkülerin bir başka olduğu söylenir, arabada çalan türküleri
dinlerken buna ben de inandım…
Akşamüzeri artık ışıkları yanan Kars’ı
kaleden fotoğrafladık. Gece yürüyüşe çıktığımızda bir üniversite öğrencisiyle
karşılaştık makine mühendisliğini yeni bitirmiş, adı Yıldırım Çoban. Kendisi Ağrılı’ymış.
Bizi otantik bir yere götürdü, bir otağının içi gibiydi. Yerde kilim üzerinde
siniler, ortada bir soba üzerinde kestane pişiriliyor. Közde pişmiş kahve içip
kestane yedik. Yıldırım bize tarihi sokakları ve binaları gezdirdi. Doğuda her
zaman Yıldırım gibi birileri mutlaka bekler sizi….
Dönüş yolu yine trenle idi. Ama manzara daha
özeldi. Doğunun sabah kırağısı tüm ağaç dallarına, yerlere, çiçeklere,
çatılara, toprağa değmişti. Dalların her biri beyaza boyanmıştı; hiç üşenmeden
bizim gidiş yolumuzda. Bir de güneş vurunca dallardaki ışıklar beyaz beyaz
yanıyordu karşıdan. Arada tren de kıvrılıp göz kırpıyor o sırada bir tünele
giriyordu. Doyumsuz manzara karşısında
kaç dakika öylece oturup seyrettim bilmiyorum. Erzurum’da izin alıp trenin
lokomotifine geçtik Mukaddes ve ben. Doğu Ekspresi’nin lokomotifindeydik, rüyamda görsem inanmazdım. Her iki makinistle de sohbet ettik, manzarayı
videoya çektik, bize çay ikram ettiler. Buradan adlarını anmak onlar adına
problem olabileceğinden sadece teşekkür edebiliyorum. Erzincan yakınlarında kar
yine gittikçe azalmıştı ve biz kendi odamıza döndük. Çok uykusuzdum fakat bu
güzel manzaraları kaçırmamayı tercih ediyordu gözlerim. Ancak hava kararınca
odamda biraz uyuyabilmişim ve bu doyumsuz seyahat maalesef bitti.
Sivas’tan Samsun’a dönerken Türkiye’nin
diğer tren hatlarınla da seyahat edip farklı güzelliklerimizi görmememiz
gerektiğini düşündüm.
ESRA TÜRKDÖNMEZ