29 Kasım 2015 Pazar

SAMSUN

                                           SAMSUNUMUZ

    Samsun doğduğum, yaşadığım şehir memleketim. Samsunla ilgili fotoğraflarla sizlere Güzel Samsunumuzu da tanıtmak istedim...
Samsun sahil boyunca uzayan bir şehir.İzmir'in kordon boyuna benzetirim sahilimizi. Cafeleri barları restorantları eğlence mekanları ile çok güzel ve eşsizdir. Ana yoldan ayrı oluşu sahile sakinlik katar ve her saat yürüyüş yapıp huzur bulacağınız sahil yolunda palmiye ağaçları altında bisiklet kullanabilirsiniz.
Kurupelit sahilinde gün batımı
Atakum sahil yolunda sabah ve akşam saatlerinde balık tutanlarla karşılaşabilirsiniz.
Sahilde sabah gün doğumunu izleyebilirsiniz
Atakum sahili gün doğumu
Sahilde ondokuz mayıs etkinlikleri kapsamında gelirseniz offshore yarışmalarını izleyebilirsiniz.


Evimin balkonunda Türkiye'nin en uzun şehir içi sahili olan Atakum sahilinin muhteşem görüntüsü.
Burası güneyde bir sahil kentimiz değil. Burası Samsun'un sahil şeridi.


Samsun limanından kalkan gezi gemisiyle uzun sahil şeridini bir de karşıdan seyredebilirsiniz.

 KIZILIRMAK KUŞ CENNETİ
Yılda yaklaşık 450 kuş türünün uğrak ve üreme bölgesi olma nedeniyle çok önemli bir milli park olan Kızılırmak Kuş Cenneti'ne gidebilir ve orada kuşları seyredip fotoğraflayabilirsiniz.


Yıl içinde birçok okul deltaya gezi düzenleyip uygulamalı ders görmekte ve gezerek yaşayarak öğrenmekte.Hatta yurt dışından gelen öğrenci ve öğretmen grupları bu bölgeyi gezip ekolojik önemine hayret etmekteler.
Deltada birçok fotoğrafçıyla karşılaşmak mümkün.
Bahri kuşu beslenirken kaç kere görebildiniz.Deltada bu görüntüleri görmek çok kolay.
Bahri kuşu
Bahar aylarında suyun yükselmesiyle oluşan su basar ormanları yine Kızılırmak Deltasında

Kızılırmak Deltasında bir çok göl oluşumu bulunmakta. Bahar aylarında göllerde oluşan su papatyaları arasında bölgede yaşayan inekler ve kuşlar güzel görüntüler oluşturmakta. Doğal yaşamı özlediğimiz çağımızda Samsun'a yarım saat uzaklıkta bu görüntüler....
Kızılırmak Kuş cenneti Yörükler Köyü



Kızılırmak Kuş cennetinde gün batımını seyredebilirsiniz.

Kuş cennetinde çalışan sazlıkcıları fotoğraflayabilirsiniz.

Samsun Sivas arasında giden trene binip dağların arasından muhteşem bir doğanın içinde her mevsim yolculuk yapabilirsiniz.

Dağ sporu yapmak istediğinizde gideceğinz yerlerden biri de Nebiyan Dağı ve ormanları.

JOHANNESBURG ŞUBAT 2015

                          

                                                JOHANNESBURG

   Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük kenti olan Johannesburg’a Cape Town’dan yaklaşık iki saatlik uçuştan sonra ulaştık. Günlük konuşma dilinde Joburg veya Jozi olarak da adlandırılan şehre bir bakalım.
    Johannesburg halkının çoğunluğu siyahlardan oluşuyor ve siyahların büyük bir kısmı Soweto ile çevresindeki diğer gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Soweto Bölgesi sacdan yapılmış baraka evlerden oluşuyor ve beyazlar için hiç güvenli değil. İnsanlar burada sefalet içinde yaşarken yanı başındaki altın ve platin ocaklarının olması ne kadar da manidar.Evet özellikle Johannesburg çevresi dünyanın en zengin altın ve platin rezervlerini bulundurmakta. Taşı toprağı altın terimi en çok bu bölgeye yakışır herhalde. Dünya platininin %70i burada çıkıyor. Platin ayrıştıktan sonra geri kalan gri taş yığınları yolun bir kenarında baraka evler diğer kenarında yol boyunca devam ederken kapitalizmin acı sonuçlarının dünya üzerinde bu kadar net gözlemlenebilen yegane yer olduğunu düşünmemek elde değil maalesef.Tabi dünyanın her yerinde yaptıkları gibi İngilizler nerede önemli rezervler varsa orayı sömürme politikalarıyla buradalar.Siyahlar ise kendi altın yatakları içinde yoksulluğun zirvesindeyken onlar bu altınları sömürenler olarak zenginliğin zirvesindeler ne yazık ki!
   Güney Afrika Cumhuriyeti dünyada AIDS oranı 4. sırada olan ülke, gençlerde bu oran %16 civarında, alyuvarları hilal şeklinde olan zencilerde HIV+ de olsa AIDS görülmüyor. AIDS maymun ve aslanlarda da var. Ülkede HIV+ olanlar altı milyon kişiye yakın.
    Johannesburg Güney Afrika’nın ve hatta tüm Afrika kıtasının ekonomik merkezi. Gelir dağılımı eşitsizliği nedeniyle ultra lüks evlerin bulunduğu bölgeler ile Soweto bölgesi gibi baraka evlerin bir arada olması sonucu dünyada suç oranının en yüksek olduğu şehirlerden biri. Şehirde beyaz insanları yürürken göremezsiniz. Beyazlar araçlarda siyahlar yaya olarak göze çarpıyor. Toplu taşıma araçları çok az ve sadece siyahlar kullanıyor bu nedenle çok sayıda araç yollarda,trafik yoğun fakat akıcı. Benzin fiyatları Türkiye’nin yarısı kadar. Lüks evlerin bulunduğu bölgeler şehrin gerçeğinden çok uzak bir köşede elektrikli tellerle korunan bahçeli villalarının ve geniş sokakların içinde yoksulluktan bihaber yaşıyorlar. Sokaklarında yürümenin çok tehlikeli olduğu şehre yukarıdan bakınca yeşil bir ağaç örtüsü arasına serpiştirilmiş evleri görebildiğiniz Johahannesburg dünyanın en büyük kent ormanına sahip.
    Beyaz nüfus yarım milyondan biraz fazla. Üç yüz bin civarında çoğu melez ve Asyalı olmak üzere diğer ırklardan insanlar da kentin renklerinden. İngilizce ortak dil ama diğer birçok yerli ve göçmen dilleri ayrıca Apartheit rejiminin dayattığı sömürge Hollandacası olan Afrikanca dili de konuşuluyor.

  1948 yılında resmen başlayan Apartheit rejiminden sonra siyahları bölmek için aileleri koparmışlar ve aile bağları çok zayıf.Beyazların siyahlardan üstün olduğunu belirten Apartheit rejiminde öyle ki bu iki ırk aynı banklarda oturamaz, aynı okullara gidemez, aynı toplu taşıma aracını kullanamaz, evlenemez, aynı sağlık kuruluşuna gidemez ya da farklı kapılardan geçer gibi ayrımcı bir politika izlenmekte.Mandela Apartheit rejimiyle mücadele edince 1963’de hapse girer,27 yıllık esaretten sonra 1990’te hapisten çıkar ve 1994’teki seçimlerden sonra devlet başkanı seçilir, bu ırkçı rejim resmen kaldırılır.Şu an durum tersine dönmüş ülkede pozitif ayrımcılık söz konusu.Fabrikalarda artık yüksek oranda siyah az oranda beyaz çalıştırma zorunluluğu var.Üniversitelerde %80 oranında siyah, %20 oranında beyaz kontenjanı var.Böylelikle aynı bölüme beyazlar çok yüksek, siyahlar çok düşük puanla giriyor. Bu durumda birçok beyaz işsiz ve ülkeyi terk ediyor. Beyaz nüfusu %16’dan %8,5’e düşmüş.Yirmi yıl önce siyahların girip oturamadığı parklarda şimdi ise tek tük beyaz görebilirsiniz. Siyahlarda geleneksel bir kin oluşmuş.’’Zamanında biz ezildik, şimdi bazı ayrıcalıklar beklemek bizim hakkımız.’’ olarak bakıyorlar.Sessiz direniş içindeler, elektrik faturalarını ödemiyor, işçiler her yıl %25 zam istiyor ve lüks evleri soymayı hak görüyorlar.Bu nedenle lüks evler elektrikli tellerle korunuyor.
   Afrika kıtasının en büyük şehirlerinden 3,3 milyon nüfuslu Johannesburg aynı nüfusa sahip çoğu kentten daha geniş bir alana yayıldığı için nüfus yoğunluğu düşük. Siteler şehrin kenarında ve büyük yeşil alanları var.Rehberimiz sitesinde sabah uyandığında çakallar sincaplar gördüğünü ve farklı kuş türlerinin seslerini dinlediğini anlattı ki şehirde yaklaşık 350 kuş türü varmış.Sitelerin içinde golf sahaları var ve şehrin yeşil alanları çok fazla, hem doğa ile iç içe hem de metropol içinde yaşamak Johannesburg’a özgü olsa gerek.
   ASLAN PARKI: Şehre sadece onbeş dakika uzaklıktaki park 1960 yılında kurulmuş ve buradaki beyaz aslanlar koruma altına alınmışlar. Kapalı bir gen havuzu sonucu gen çeşitliliğinde azalma olmaması ve akraba evliliği sonucu oluşabilecek genetik bozuklukları önlemek için farklı yerlerden aslan transferleri yapılıyormuş. Bu parkta sadece aslanlar yoktu, devekuşu, zebra, antilop,çita, sırtlan, zürafa gördük, zürafalara yem verdik, yavru aslanları sevdik, onları fotoğrafladık ve onlarla fotoğraf çektirdik.
  Akşam safarinin ortasına kurulmuş yapay şehir Suncity’e gelmiştik.Güney Afrika yakın tarihi ve coğrafi konumu ile önemli bir turizm noktası. Yalnız safariye çıkana kadar gerçekten Afrika’da olduğuma inanamamıştım. Gerçek Afrika safaride gösterdi kendini. Suncity ve safariye yolculuk bir sonraki yazımda…                                                ESRA TÜRKDÖNMEZ

Vahşi doğanın ortasında gece Afrika müziğiyle eğlenirken



Safariye çıkarken
Zebralar kaçarken
                                                                                                                    
İMPALALAR


27 Kasım 2015 Cuma

SALIPAZARI SAMSUN

           SALIPAZARI HIDIRELLEZ                                   ETKİNLİKLERİ

  Çarşamba’da çalıştığım altı yıl boyunca gidemediğim Samsun’umuzun tarihiyle doğasıyla insanıyla görülmeye değer Salıpazarı ilçemize pazar sabahı yedi otuz sıralarında ulaştık. Gün boyu güzel ilçemizi gezdirecek olan Belediye Meclis Üyesi Nuray ERENSOY derneğimiz SAMFAD’ı şehrin meydanında karşıladı.
  İlk olarak ilçenin kuzeyindeki tepede bulunan Garpu Kalesi’ni (Amazon Kalesi) fotoğraflamaya gittik. Yol boyunca sağlı sollu meşe, gürgen, karaağaç, kızılağaçların yapraklarının arasından sızan günün ilk ışıklarının hareketleri sabahın erken saatinde niçin burada olduğumuza iyi bir cevaptı. Arabamızı yolda bıraktık ve kaleye yaklaşık on beş dakikalık bir patika yoldan yürürken yol boyunca rengarenk dağ gülleri, pembeli morlu sarılı komarlar, papatyalar daha bin bir çeşit çiçekler ve bunların etrafa yaydığı eşsiz bir rayiha kaleye çıkmak için yeterli bir nedendi. Sanki kale yol boyunca bu güzellikleri insanlara sunmak için inşa edilmişti. Kale yolu boyunca aşağı vadide sisler arasında tepeleri görünen dağ silsileleri ve sis denizi muhteşemdi. Kalenin tepesi tüm doğaya hakim insanın huzur bulacağı bir yer. Sadece kale ve kaleye çıkan patika yolu görmek için bile Salıpazarı’na gitmeye değer. Kendimi Doğu Karadeniz Yaylarında yaptığımız yürüyüşlerde hissettim.
 Kale dönüşü acıkmıştık ve sabah kahvaltısında Belediye Başkanı Halil AKGÜL derneğimizi Saklıbahçe Tesisleri’nde ağırladı. Kahvaltıda yediğimiz su böreğinin tadı damağımızda kaldı ki salı akşamı dernekte ağırlayacağımız misafirlerimiz için sipariş verdik.
 Görülecek o kadar çok yer vardı ki kahvaltıda çok zaman geçirmek doğru olmazdı. Biz de öyle yaptık ve Yeşil Köyü Samsama Tekkesi ve mezarlığını ziyaret ettik. Mezar taşları ve dizimi Şaman tarzında.
 Esat Çiftliği Köyü’ne geldiğimizde herkes köy meydanında şenliklerin içindeydi. Bir tarafta ızgarada pişen köftelerden etlerden gelen mis kokular, diğer tarafta dondurmacının sesi ve meydandan gelen yöresel kıyafetleriyle davulcu ve zurnacının insanı o yöne çağıran sesi. Meydana geçtik onları fotoğrafladık. Halkla birlikte davul eşliğinde oynadık.
  Avut Köyü Şenliklerini kaçırmamalıydık, Avut’a geldiğimizde semahın sesi arabamıza kadar ulaşıyordu. Semah gösterileri de fotoğraf karelerimizde yerlerini aldılar.
 Gün batmadan fotoğraf için gerekli ışık kaçmadan Karacaören Şelalesine varmalıydık. Karacaören Şelalesi 87,5m yükseklikten akıyor şelalenin yarısında düz bir yer oluşmuş oraya biriken sular küçük bir göle dönüşmüş. Şelalenin yarısına kadar tırmanıp göle yakın yerde bulunan düzlükte piknik yapan insanlar vardı. Yurdumun misafirperver insanları yine oradaydı. Yemeklerini bizimle paylaşan Nuray Yaşar Genç çiftine Ebru Akkaya’ya, bizlere hemen semaverde çay demleyen Recep Kurnaz’a dernek adına teşekkür ederim.
 Karacaören Köyü’nden geçerken bize sıkılmadan poz veren Mücahit ve kardeşlerini de unutmamak lazım. Babası hemen çay hazırlamış getiriyordu fakat bizim içecek vaktimiz yoktu teşekkür ederek ayrıldık. Salıpazarı insanının misafirperverliğini ve samimiyetini unutmayacağız.
  Alan Köyü’ndeki 150 yıllık Alan Cami’nin saç minaresi ve iç motifleri görülmeye değer. Akşam oluyordu Nuray Hanımla yolda konuşurken görülecek daha birçok yer olduğunu söyledi, onları da bir daha ki seferde gezdirme sözü aldık.
  Akşam yemeğinde Nuray Hanım ve Belediye Başkanı’yla konuşurken Salıpazarı’nın kestane balının , suböreğinin ünlü olduğunu öğrendik. Ayrıca sonbaharda ağaçların sararan yapraklarıyla Salıpazarı’nın ayrı bir güzel olduğunu da eklediler. Yeşil doğasını, ağaçlarını Terme Çayına borçlu olan Salıpazarı’nın sonbaharının da sarı turuncu kımızı renklerle ayrı güzel olacağı aşikar.
   Her güzel gün gibi bu da bitiyordu ve ayrılık zamanı gelmişti. Bizi misafir eden Belediye Başkanı’na, bize bölgeyi gezdiren Nuray Hanım’a SAMFAD ve kendi adıma teşekkür ederim.
                                                                                                         ESRA TÜRKDÖNMEZ
 








VAN

               

Van Kalesi'nde gün  batımı

                  VAN’A YOLCULUK

Ağrı Dağı
    Tam on yıl sonra Van ve çevresine tekrar gitmenin mutluluğu içinde akşam saat 18.30’da yola çıktık. Ordu Giresun Tirebolu istikametinden Gümüşhane ve Erzurum’dan geçerek sabaha karşı Doğubayazıt yakınlarında yan yana duran  karlı Ağrı Dağları bizi selamladı.Biz de ülkemizin en yüksek yanardağı olan Ağrı’yı fotoğraflamadan ayrılmadık.
Ağrı
    İlk olarak İshakpaşa Sarayı’nı görmek için Doğubayazıt’tan geçtik. Doğubayazıt 
dağlar arasına sıkışmış stabilize yolları ile tipik bir Anadolu şehri ki daha sonra göreceğimiz Van ve Van Gölü çevresindeki ilçeler buradan çok daha fazla gelişmiş. Doğubayazıt’ta Valentina Restorant’ta sabah kahvaltısı yaptık.Kahvaltı sohbetleri ve restorant sahibinin ilginç karakteri günümüze enerji kattı.:)
İshakpaşa Sarayı Doğubeyazıt
   İshakpaşa Sarayı sıradağlar arasında bir tepe üzerine konuşlanmış yoldan bakıldığında görkemli görüntüsüyle dikkat çekiyor. Bilinen ilk kalorifer sistemine sahip bu sarayın ilginçtir Ağrı Dağı’na bakan penceresi yoktur.1685 yılında yapılan bu sarayın maalesef arka odalarının üzeri yapının dokusuna uymayan sac çerçeveli cam ile kapatılmış. İshakpaşa’yı yukarıdan bakan cepheden çekerken biraz perspektif hilelerini kullanıp bakalım kim Sarayın kubbesinden daha yükseğe zıplayacak yarışana girdik ve güzel fotoğraflar çıktı doğrusu.:))
   Muradiye Şelalesi’ne vardığımızda hafif yağmur çiseledi fakat gökyüzündeki parçalı bulutlar sanki bizim için oradaydı. On yıl sonra görkemi ve azalmayan  suyu ile Muradiye Şelalesi’ni bulmak ve fotoğraflamak güzeldi.
  Sola doğru Van Gölü çevresinde ilerleyip Erciş yakınlarında sadece Van Gölü’nde yaşayan İnci Kefali’nin yumurta bırakmak için akarsuyun tersi istikametindeki göçünü görmek ve fotoğraflamak istedik fakat göçlerine on gün kadar varmış, biz sadece onların taşlar arasında gizlenmelerini izlemekle yetindik maalesef…
   Akşam yemeğini Erciş’te Alibaba Restoran’ta yedik. Üç gün sürecek kebap çeşitlerimizin ilkini burada tattık. Restorant’ta doğuluların o yanık sesinden iki uzun hava dinledik. İki gecenin ardından ne kadar yorulduğumuzu Grand Otele varınca anladık.
   Sabah kahvaltıyı otelde yapmayıp Sütçü Kenan Kahvaltı Salonu’nda eşsiz Van Kahvaltısı’nı yaptık.Kahvaltıda adeta yok yoktu.Kavurmalı yumurtadan menemene, kaymaklı fındıklı baldan ceviz reçeline pekmeze kadar herşey vardı.Önce süt ardından biri bitmeden diğeri gelen çaylar, hizmet ve saygı ile bir numara derken işletme sahibi Kenan Bey geldi. Üç kuşaktır devam eden Sütçü Kenan Kahvaltı Salonu Emitt Turizm Fuarı’nda Türkiye’yi temsil eden beş şehirden biri imiş ve son üç yıldır tanıtım dalında birincilik ödülü aldıklarını söyleyince bizler de durumu onaylarcasına birbirimize bakarak gülümsedik. Sütçü Kenan Restorant’tın kahvaltısını tatmadan Van’dan ayrılamayın.
Hoşap Kalesi
Hoşap Kalesi

   Hoşap yolunda ilerlerken yol virajlı, etraf karlı dağ tepeleri ve kıraç topraklarla çevrili, araba ise neşeli ve eğlenceliydi.Dilek fularını çıkardı, herkes ilgilenirken Kamboçya’dan aldığını söyleyince ortalık karıştı. Ben de Urfa’dan aldığım puşiyi ve Guatemala’dan aldığım fuları çıkarınca Nilgün ‘’bi dur’’ diyerek tepkisini gösterdi.:))Gülüşmeler yolun zorluğunu unutturdu bizlere. Fularlarla farklı baş bağlamaları deneyip sergilerken erkekler bu durumu kıskanarak onlar da kendi çaplarında ilginç fularlarıyla baş bağladı, fular bulamayanlar ellerine geçirdikleri bayanların süslü şapkalarıyla bir de selfie yapıp anında yayınladılar, kıskançlığın da bu kadarı..:))))) Nilgün de  ortama uyup Denizli’den aldığını söylediği Türk malı fularını başına bağlaması duruma son noktayı koydu….Derken yolun nasıl geçtiğini anlamadan ve Hoşap Kalesine varmışız. Hoşap Kalesi Van Başkale yolu üzerinde Van’a 50km uzaklıkta Hoşap Kalesi bir orta çağ yapıtı. Tarihi Urartulara kadar dayanmakta olan kale sarp bir yamaç üzerinde bulunmakta.Kalenin görkemli kapısında Farsça kitabe ve aslan kabartmaları var. Kale kapısında annelerinin ördükleri oyaları satan küçük çocuklar bizlere pozlar verdiler. Berivan Şilan Ramazan Anadolumuzun güzel çocuklarından her birini birer timsaliydi.
  Van Kalesine çıkmak için şehir merkezine döndük. Şehir merkezinde yol kenarlarına dikilmiş lalelerin rengi sadece sarı kırmızı idi, yaprağının da yeşil olduğunu düşünürsek renk uyumu manidar olur.Sorduk her renk lale dikiyorlarmış ancak sadece bu renkler tutuyormuş.:))) Havasından mıdır acaba suyundan mıJ))
   Urartu Krallığı tarafından Van’ın o dönemki adı Tuşpa şehrini kuşbakışı seyreden Van Kalesi M.Ö. 9.yüzyılda inşa edilmiş.On yıl önce çıktığımız kale zaman içinde restore edilmiş surları ve kale yolu onarılmış yukardan bakınca küçük bir Çin Seddi’ni çağrıştırdı bana. Kaleden Van’ın panoramik fotoğrafını çektik. Surlarda ilginç güzel kareler yakaladığımızı düşünüyorum.

Van Kalesi

     Akşam yemeğini Mevlana Kebap Salonu’nda yedik.Doğuda herşey bol kepçe. Kebap serimize devam ederken aperatif olarak gelen acılı soslar,közlenmiş biberler,soğan ve ezme bizi doyurmuştu bile.
   Oradan kilimciye geçtik.Yaklaşık bir buçuk saatin sonunda kilimler alındı, otele gelindi.Gece bitmemişti, Van’daki son gecemizde baklava yemeden ayrılamazdık. Ben, Seçkin Abla,Hatice, Nilgün, Dilek, Nurşen Hanım hep birlikte Palazoğlu Baklavacıyı uzun bir yürüyüşten sonra bulduk.Palazoğlu Baklava o kaar yol yürümemize değdi doğrusu.Gece onda yediğimiz baklavanın günahını çıkarırcasına aynı yolu hızlı bir tempoyla yarım saatte yürüdük.Tam otele yaklaşmıştık ki aynı baklavacının 2. şubesini gördük. Baklavacının önünde işletme müdürü olduğunu sonradan öğrendiğimiz Ahmet Bey’e durumu anlatırken bizi içeri davet edip çay ikram ettiler. Ahmet Beyle sohbet ederken Denizli Buğdanlı olduğunu söyledi, Nurşen Hanım kendi hemşehrisini görmenin mutluluğunu yaşadı.
Akdamar Adası Ermeni Kilisesi
  Sabah Akdamar Adasına gitmek için yola çıktık.Edremit ve oradan Gevaş’a ulaşıp önce Halime Hatun Kümbeti ve Selçuklu Mezarlığı’nı fotoğrafladık ama maalesef Kümbet’in tam yanına yapılan toki binaları Kümbet’i fotoğraflamamıza pek izin vermedi.!! Yarım saatlik tekne yolculuğundan sonra Akdamar Adası’na ulaştık.Adadaki kilise Ermenilerin 1.Kutsal Haç Kilisesi ve her yıl eylül ayının ikinci haftası burada ayinler düzenleniyor ve Ermeniler hacı olduklarına inanıyorlar. Dış duvarları kabartmalarla iç duvarları resimlerle bezenmiş olan kilise M.S. 9. y.y. da inşa edilmiş.Duvarlarında Golyat Davut ve kralın figürleri, Meryem Ana ve kucağında İsa figürü, İbrahim’in oğlunun kurban ettiği duvar resimleri, Yunus peygamberin bir yunustan doğumu ve etrafında resmedilmiş melekler, kanatlı Cebrail peygamber figürleriyle dinsel konular resmedilmiş. Adanın zirvesine tırmanıp aşağıda görünen yonca şeklindeki kilise karşıda karlı Süphan ve sıradağlar ve Van Gölü manzarası tüm yorgunluğumuza değdi.Adadan dönüşte mendek,kendir ve keçi kulağından yapılmış yöresel ayran aşı çorbasından içtik ve Tatvan’a gitmek üzere yola çktık.
   Tatvan’da bizi karşılayan minibüslerle 3050m yükseklikteki Nemrut’a çıktık.Biri yeşil diğeri mavi olan sıcak ve soğuk gölleri fotoğrafladık.Krater Gölleri  çevresinde konuşlanmış binlerce uğurböceğini fotoğrafladık. On yl önce 19 mayıs tarihinde geldiğimizde yaklaşık beş metre kardan tünellerin içinden geçmiştik, şimdi 3 Mayıs günü gelmemize rağmen hiç kar yoktu ve benim kafamda tahayyül ettiğim Nemrut’tan farklı idi. Karın olmayışı, son on yıl içinde kuraklığın ne kadar hızla yayıldığını düşünmekten kendimi alamadım maalesef. Ahlat’a inip Selçuklu Mezarlığı’nı fotoğrafladık fakat güneşi yakalayamadık.
  Tatvan’da akşam alışveriş merkezinde yemek yerken bu alışveriş merkezinin ne kadar büyük olduğunu konuştuk.Akşam Kardelen Otel’de konakladık.
  Sabah Güroymak Beldesi Kalender Baba Türbesi’ni fotoğrafladık. Ardından Budaklı Köyü’nde sıcak su kaynaklı gölde mandalar ve suda yüzen yöre insanı bize güzel kareler sundular. Muş üzerinden Varto ve Karlıova’dan geçerek Erzurum’a geldik.Çifte Minareler, Yakutiye Medresesi, Üç Kümbetler ve Taşhan’ı gezdikten sonra ünlü Muammer Usta Cağ Kebabçısında cağ kebabı ve kadayıf dolması yedik ve akşam yedi sırlarında Samsun’a gelmek için yola çıktık.
    Otuz kişi ile beş gece dört gün süren bu hızlı rotada farklı yerler farklı insanlarla tanıştık. ‘’Türkiye’nin neresindensiniz!’’ diye soran, ‘’bizim topraklarımızdasınız’’  şeklinde yorumlarla doğu beni şaşırtmaya devam ediyor ya da şaşırtmıyor mu! karar veremedim. Farklılıklarıyla zenginleştiğini düşündüğüm  Anadolumuzun bir parçası olan doğu yöremizden güzel anılar güzel insanlar ve güzel fotoğraflar çekmenin mutluluğu içinde ayrıldım.

                                                                               ESRA TÜRKDÖNMEZ









Nemrut Dağı Tatvan

21 Kasım 2015 Cumartesi

MARDİN MİDYAT HASANKEYF MAYIS 2015



                 

                TARİHİ GÜNÜMÜZE TAŞIYAN ŞEHİR HASANKEYF


   15 Mayıs akşamı gezmeyi doğayı ve fotoğrafı seven bir grup arkadaş güney doğumuzun görülmeye değer tarihi bölgeleri Hasankeyf Midyat ve Mardin’i görmek için heyecan içinde yola çıktık.
   Sabah 4.30 sıralarında Malatya yakınlarında güneşi yakaladık. Kırmızı gelincikler ,mor sümbüller ve sarı düğün çiçekleri yol kenarlarını süslemişlerdi. Gelinciklerin arasına daldık ve yeşilliklere uzandık, fotoğraf çektik ve yine kendimizi kaybettik.
   Diyarbakır’da Hasan Paşa Hanı kahvaltı için mükemmel bir tercih.Cumartesi sabahı olduğu için o büyük handa tüm lokantalar dolu idi.Biz ancak telefonla yer ayırttığımız için fazla beklemeden kahvaltımızı aldık.Yöresel doğu mutfağından hazırlanmış kahvaltıda yok yoktu. Diyarbakır’dan ayrılıp Hasankeyf’e doğru yola çıktık.
  Batman Midyat arasında bulunan Hasankeyf iki yakasını Dicle Nehri’nin ayırdığı Batman ilçesi.Tarihini günümüze taşıyabilmiş Hasankeyf içinde yaşam olan en eski antik kent olarak kabul edilmekte.Birçok medeniyetin odak noktası olan,bu yönüyle önemli bir tarih ve kültür zenginliğine sahip bölge son yıllarda çok fazla turist çekmekte.Ayrıca Dicle nehri üzerine yapılması planlanan Ilısı Barajının suları altında kalması tehdidi ile de bu tarihi zaman geçemeden görmek isteyenlerle dolup taşıyor.

  Hasankeyf’e geldiğimizde ilk dikkat çeken tarihte Dicle’nin iki yakasını birleştirmiş köprüden kalan nehrin ortasındaki kaya dikitleri ve karşıdan şehre hakim tepede kurulmuş tarihi kalesi.M.Ö. Bizanslılar döneminde Sasaniler’e karşı yapıldığı bilinen kaleye şu an çıkmak yasak.Biz ancak küçük kale denen yere çıkıp karşıdan tarihi köprü ayaklarını ve Dicle’yi fotoğrafladık.Kaledeki çay bahçesinde tarihi şehre karşı çay içerken zamanda küçük bir yolculuk yaptık sanki. Karşıda nehrin içine doğru kurulmuş iskelelerdeki çardaklı çay bahçelerine bakarken nehrin kenarında suya giren çocukları fark ettik.Onları Hasankeyf görüntüsüyle çekmek istedik. Çocuklar önce poz vermek istemediler. Onlarla sohbet ettik,oyunlarına katıldık. Kurbağa ile oynuyorlardı.Onların neden su kenarlarında yaşadıklarını konuştuk.İlkokula giden Seyit şaşırdı, Fırat ve Şilan sonra da bize güzel pozlar verdiler.
  Hasankeyf’ten ayrılma vakti gelmişti. Hava kararmadan Midyat’a varmamız iyi olurdu. Bir tarihi bırakıp başka bir tarihte dolaşmamıza az kalmıştı… Heyecanlıydık….

                                                                                     ESRA TÜRKDÖNMEZ


                                                   MİDYAT

  Sokaklarında camilerinden yükselen ezan sesleriyle Süryani kiliselerinden yükselen çan seslerinin birbirine karıştığı , okullarında müslüman  ve Süryani çocuklarının yan yana oturduğu , günümüze kadar birlikte yaşayabilmiş insanlarının dünyaya barış mesajları vermek gibi bir misyonu üstlenircesine duruyor karşımızda Midyat….
Midyatlı güzel Kübra

Midyat konuk evinde güler  yüzüyle poz veren Ayşe
Midyat Konukevi
   Hasankeyf’ten yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra bu mistik şehre vardık. Symaya Oteli bulmak için sarı taş evlerin arasından kıvrılan dar sokaklardan geçerken kendimi çölün ortasına kurulmuş bir şehirde hissettim. Sokaklar öylesine dar ve kıvrımlı ki büyük araçların girmesi mümkün değil.Sokak kenarlarında oturan  Midyatlı Müslüman ve Süryani kadınlar yan yana sohbet etmekteler.Çocuklar yollarda oyunlar oynuyorlar. Yanlarına gittik sohbet ettik. Kadınlar fotoğrafa poz vermeye utandılar fakat önce utanıp yaklaşmayan çocuklar biraz ilgi gösterip yaklaşınca fotoğraflara çok güzel pozlar verdiler.Daha sonra fotoğraflarını yolladığım Kübra ve arkadaşları dar sokaklardan açılan avlulu taş evlerin önünde poz verdiler. Asmalı Konak filminin çekildiği ve daha sonra turizme açılan Midyat Konuk Evi’ni akşamüzeri gezdik. Elimizde fotoğraf makinelerini görenler bize poz vermek istediler, kimisi ile ise biz sohbet ederek yanlarına yaklaşıp fotoğraflarını çektik. Bu gezide şunu daha çok fark ettim ki, insan fotoğrafı çekmek için önce insanlarla sohbet etmeli aradaki mesafeleri kaldırmalı sonra insanlar size kalplerini açıyorlar. Fotoğraf aynı zamanda unuttuğumuz  karşılıklı iletişimi kurmamıza vesile olan bir araç oldu.Midyat’ta Kübra ile Konuk Evi’nde yöresel eşarbını bağlamış bize poz veren güzel Ayşe ile tanışmamızı sağladı.
    Midyat’ın içinde mutlaka yapmanız gerekenlerden biri de telkari satan gümüşçülere uğramak. Geleneksel bir el sanatı olan Telkari  milattan önce 3000’lerden beri yapıldığı söylenen bir çeşit gümüş işçiliği. İncecik gümüş tellerin birleştirilmesiyle ortaya göz alıcı takılar, süs eşyaları, hediyelikler çıkıyor. Ortaya çıkan eserlerin tamamen elde yapıldığına inanamayacaksınız.Ben kendime telkari işi şahmeran alırken Dilek kendine bileklik ve küpe aldı, Yıldız ise bir kolye ucu….
  Gün batımı otelimizin çatısından güzel görünüyordu.Karşıda ışıklarla aydınlatılmış camiler, yan tarafta kuleleriyle kiliseler diğer  yanda Midyat’ın taş evleri kızıl akşam ışığında parlıyorlardı. Midyat’ın akşamlarını yaşamaya çıktık, acıkmıştık da. Dar sokakların birinde içeride ortasında havuz olan taş döşeli avludan güzel müzik sesi geliyordu.Her bir duvarında Midyat çizgilerini görebildiğimiz,  Anadolumuzun doğusunda olduğumuzu kulağımıza fısıldayan müziğiyle akşam yemeğinde tadı hala damağımızdaki Süryani dobosuyla  Gelüşke Han burası…Güzel bir akşam geçirdik.Müzik ve sohbet güzeldi.
  Yemekten sonra biraz yürüyüşe çıktık. Hüseyin Bey ve Nilgün doymamış olacaklar ki meydanda kurulan sokak ciğercisine taburelere oturup ekmek arası ciğer yerken saat tam 22.30’u gösteriyordu..:)
Midyat sokaklarında bir anne ve çocuğu
  Ertesi sabah pazar günüydü.Önce ezan okundu, altı sıralarında ise çan sesleri duyuldu.Biz erkenden kalkıp kilisedeki ayine katılmak istedik. Cemaat az olduğundan her kilisede ayin yokmuş. Her Pazar bir kilisede toplanıyorlarmış.Bizi içeri almadılar. Biz de kilisenin avlusunda bekledik. Başları bağlı etek ceketli Süryani kadınlar ve yaşlısı genci erkekler kızlar gelmeye başladılar. Fazla durmadık.  Mor Abraham Manastırı’na gittik. Kilisede görevli Bilal bizi gezdirdi.Mor Abraham’ı öldükten sonra gömüldükleri yerleri ve gömülme şekillerini mezarlarını ve rahipler için hazırlanan lahitleri gösterdi. Bilal’e teşekkür edip ayrıldık. Saat sekiz olmuştu ve kahvaltı için otele döndük.
Teşekkürler Benal...
   Midyat’taki dünyanın ayakta duran en önemli Süryani Ortodoks Manastırı olan Mor Gabriel Manastırı’nı gezdik, fotoğrafladık.Manastır içindeki küçük yüksek duvarlı dar avlularda fotoğraf çektik.Orada tanıştığımız Benal ve arkadaşı bize dehlizlerde ters ışıkta poz verdiler.Sonradan internette arkadaşlığımızı sürdürüyoruz.Bir düşündüm de fotoğraf bizim ne kadar da çok arkadaş edinmemize vesile oluyor.
   Midyat’tan ayrıldık. Mardin’e giderken yol üzerindeki küçük Mardin manzarasına benzettiğim Savur ilçesini merak edenler için burayı da gezmeye karar verdik.Hacı Abdullah Bey Konağı’na 2009 yılında gitmiştim.Evin sahibi Nezihe Teyze aynı güler yüzlülüğüyle karşılıyor misafirleri. Ahşap tavan işlemeleri ,sedirlerle çevrili salonunda el işlemeli örtüler ortada kocaman bir mangalda bakır demlikler ile günümüze kadar gelmiş 275 yıllık evi turizme açılmış, buraya gelen turistlerin uğrak yeri olmuş. Nezihe Teyze ve torunlarıyla sohbet ettik, fotoğraf çektik. Konakta rehberlik yapan küçük çocuklarla tanıştık. Onlardan biri Serhat Çınar altıncı sınıfa gidiyormuş. ‘’Fotoğraflarını sana göndereyim.’’ deyince ev adresini hatırlayamadı. Ben de okulunu ve sınıfını not aldım. Okullar kapanmadan bir mektup yazıp fotoğraflarını da ekleyip gönderdim. Öğretmenleri merak edip mektubu açıp okumuşlar.Serhat sonra beni facebooktan buldu. Bu duruma çok üzülmüş, ‘öğretmenlerim mektubu açmışlar.’’ Dedi.’’ Artık ev adresimi öğrendim.’’ deyip bana adresini yazdı. Çocuklar her yerde çocuk her yerde temiz. Hep böyle çocuk kal Serhat, hiç değişme.!
  Bu duygularla küçük Mardin’den ayrılıp asıl Mardin yolunu tuttuk.Başka tarihlerde dolaşmaya,  yeni insanlarla tanışmaya , anılarımıza bir başkasını eklemeye ve yeni fotoğraflara yol aralarcasına….
                                                                                   ESRA TÜRKDÖNMEZ
                
               

Mardin Dara'da küçük Zeynep her zman böyle gül...




Deyzulzefaran Manastırı Rahibi Mardin
Deyrulzefaran Manastırı'nda Ferit...















Mardin Daralı yaşlı teyze