PRAG (TEMMUZ 2013)
Prag'da köprülerin üzerinden gün batımı eşsiz görünür. |
Şehir turu sırasında ilk olarak gotik tarzda
yapılmış Vitus Katedrali’ni gezdik. St. Vitus Katedrali Prag’daki en önemli ve en büyük
kiliselerden biridir. Kireç taşından yapıldığı için sürekli kararır ve bu
nedenle sık sık temizlenmek zorundadır. Biz de Vitus Katedrali’nin bir kısmının
dış cephesinin temizlendiğine tanık olduk. Prag Kalesi içerisinde bulunan
katedral, eski Prag Krallarının mezar yeri olarak da kullanılmaktadır.
Old
Town Meydanı’ndaki ünlü astronomik saatin her saat başında birkaç saniye çalıp
üzerindeki kuklaların hareketlerinden çok onları izlemeye gelen kalabalığı
seyretmek daha ilginçti. Old Town Meydanı Astronomik saati gotik tarzda
yapılmış Tyn Church, St Nicholas Church kiliseleri görülmeye değer.Prag Orta
Avrupa’da gotik mimaride ilk sırada yer alıyor. Gotik mimari dış süslemeleri
belirgin uzun sivri oymalı tarz Rönesansla ortaya çıkmış daha çok dinsel
temalarda kullanılmıştır.
Astronomik Saat önünde biz. |
Charles Bridge, Prag’da gezilecek yerler
listemizde 3. sırada. 14. ve 15. yüzyıllarda inşa edilen şehirdeki en eski
köprüde sağlı sollu heykelleri, ferforje lambaları, Arnavut kaldırımlı yolu ile
Vltava Nehri üzerinde bir gerdanlık gibi duruyor. En güzeli köprünün ortasında
durup nehir etrafına dizilmiş tarihiyle Prag’ı izlemekti. Prag’ın ortasından
akan Vltava üzerinde yedi tane tarihi köprü var ve akşam güneşinde şehre hakim
tepeden panoramik seyrettiğinizde şehir muhteşem görünüyor.
Akşam Vltava Nehir turu yaptık. Gün ışığında
gördüğümüz güzellikleri bir de akşam ışıklandırmalarıyla seyrettik. Her biri
ayrı görülmeye değer.Charles köprüsü,Chedov köprüsü vs köprülerin altından
geçerken muhteşem ışıklandırmalarıyla Prag akşamını izlerken yemek yedik ve
içkilerimiz içtik.
1 Temmuz
günü ekstra tur ile Karlovy Vary’ye girmek için erken kalktık. Ve Karlovy Vary... Bu şehir de adını
Charles’tan yani Karl’dan alıyor; Karl’ın Banyosu. Nedenine gelince burası bir
kaplıca şehri. Karl’ın bölgeyi görüp çok beğendikten sonra bir saray
yaptırmasını takiben krala yakın diğer aristokrat ve üst düzey insanların da
bölgeye yerleşmesi ve kaplıcaların dertlere şifa olması ile birlikte bölgenin
popülaritesi artıyor. Sonra burası sağlık merkezi haline gelmiş. Atatürk de 30
Haziran 1918’de buraya gelmiş ve kaplıcalarda tedavi görmüş. Kaldığı
otelde’’T.C. kurucusu burada kaldı’’ yazıyor.
Karlovy Vary |
Karlovy
Vary ilk bakışta sıradan bir şehir görüntüsünde. Ne zaman ki tepelerden eski
merkeze doğru inmeye başlıyorsunuz, o zaman neden ısrarla “Karlovy Vary’yi
mutlaka görmelisin” denildiğini anlıyorsunuz. Zamanı ve mekanı unutarak bir
sağa bir sola dönerek kendinizi akışa bırakıyorsunuz.
Ortasından Elba
nehrinin Obre kolu geçen, vadi görüntülü eski dönem kasabalarını düşünün.
Nehrin iki yakası sık sık hafif bombeli köprüler ile birbirine bağlanmış.
Köprüler 10-15 adımda diğer yakayı bir diğerine bağlıyor. Her iki yakada
karşılıklı, 3-4 katlı, rengarenk
15.yüzyıldan kalma Victoria Evleri olarak adlandırılan binalar. Hepsi
birbirinden güzel. Binalar kağıttan-kartondan yapılmış, setlerdeki dekor evlere
benziyor aslında. İnsanın hayal gücü kendi kendine işlemeye başlıyor. Bu evlerin
bir kısmı vaktiyle önemli kişilerin (Mozart, Rus Çarı Petro, Djorak gibi...)
evleri olmuş, ancak bazıları da şu an otel, mağaza, cafe, restoran olarak görev
görüyor. 19.yy’da atlattıkları büyük bir yangın sonrasında kür banyosu vergisi
ile şehri restore etmişler.
Karlovy Vary’nin kaplıcasından başka Jean
Becherovka adlı bir vatandaşın ürettiği Becherovka denilen bir içkisi meşhur.
Hesapta, kaplıca sularının tuzlu, tuhaf tadını unutturmak için yapmış bu
içkiyi; tarçınlı bir likörmüş bu. Ancak bu, beyaz şarap renginde sert, alkollü
bir içki. Rehberden öğrendiğimize göre
yerel halk mutlaka evinde ağrıya sızıya karşı bu içkiden bulundururmuş.
Bohemia kristali, porseleni ve granad adlı
taşı da ünlü. Kaplıca sularını içtikleri yassı bir porselen ibrikleri var.
Soğuk havalarda elleri de ısınsın diye bu tip bir ibrik imal etmişler vaktiyle.
Turistler de şehirdeki herhangi 12 kaplıca çeşmesinden bu porselen ibrikler ile
sıcak ve tuzlu sudan içiyor ve geleneğe icabet ediyorlar. Biz de porselen
ibriklerden alıp kaplıca sularından içtik. Eski Karlovy Vary'nin içine doğru
ilerledik ve Vridelni Kolonada adlı bir cam yapı içerisinde kaplıca suyunun
kendi gücü ile metrelerce yukarı fışkırdığını gördük.
Old Town Meydanı'nda her an müzisyenlerle karşılaşabilirsiniz. |
Bir de kağıt inceliğinde kağıt helvaları da
meşhur. Ondan da yedik; bizimkinden tek farkı kalınlığı; daha doğru ifade ile
inceliği... Nehir kenarında oturup limonatalarımız yudumlarken şehrin ruhunu
hissetmeye çalıştık. Gün sonunda buradan ayrılmak zor oldu. Herkes burayı çok
sevdi...
Akşam ekstra ortaçağ gecesine katıldık.
Tarihi bir binanın birkaç kat altına indik. Ortam çağa uygun dekore edilmiş.Tahta
masalar,duvarlardan sarkan lambalar çapullar ipler, garsonların kıyafetleri masalardaki
kaplar,müzikler ve müzisyenler,danslar ve bizim ortaçağ kıvamında sohbetlerimiz
neşemize neşe kattı…
2
Temmuz günü ekstraya katılmadık. Yaklaşık yirmi kişi Nazi kamplarının bulunduğu
Terezin şehrine otobüsle gittik. Ürkütücü sessizlikte terkedilmiş bir şehir
izlenimi veren Terezi’nin ruhuna işlemiş sanki bu soykırım. Nazi kamplarında
mezarlar, Yahudilerin yaşadıkları odalarda ranzalar masalar tuvaletler, gaz
odaları ve kurumak üzere asılmış Yahudilerin çamaşırları…Bizleri o dönemlere
götürmesi bile çok üzücüydü…
Saat 13 gibi Prag’a döndük. Mukaddes’le
ikimiz gruptan ayrılıp Prag’ı gezmeye karar verdik. Arkadaşlar Kemikli Kiliseyi
gezmek için Kutna Hora’ya gittiler.
Tren’den inince kırmız hat metroya bindik ve
Muzeum’da inerek şehrin içinden Old Town Meydanı’da yaklaşık onbeş dakika
yürüdük.
Meydan’da güzel bir restorantta yemek yedik bir o kadar da meydan parası ödedik fakat ambiyans güzeldi tavsiye ederim. Karşımızda astronomik saat ve etrafına toplanan turistleri izlemek ,gotik kiliseler, meydan çalgıcıları yemeğin lezzetini artırdı…
Astronomik Saatin kulesine 100 CZK ödeyerek
çıktık.(100 CZK=4 EURO) Kuleden Old Town Meydanı’nın panoramik fotoğrafını
çekerken Prag’ın ilginç çatılarını da izlemeye doyamadık.
Elimizdeki haritayı
takip ederek tarihi dar sokaklardan Charles Köprüsü’ne yürüdük. Vltava nehri
boyunca yürüdük ve fotoğraf çektik, Nazım Hikmet’in nehrin kıyısında oturup
içkisini içtiği ve şiirlerini yazıp sevgilisini beklediği cafede oturup biz de
bir şeyler içip o anları yaşamaya çalıştık.
Astronomik Saatten Old Town Meydanı'nın görüntüsü |
Eyfel’in küçük bir kopyası olan Petrinisca
Rozhledna Kulesi’ne çıkmak için nehrin üzerinden karşıya geçip elevator trenle yukarı çıktık. Petrinit kulesine 150 CZK
vererek asansörle çıktık. Yürüyerek çıkılabiliyor fakat biz çok yorulmuştuk
asansörü tercih ettik. Kulenin tepesinden Prag avucumuzun içindeymiş gibi
görünüyordu. Elimizdeki haritayı yukarıdan izliyorduk sanki. İşte Charles
Köprüsü Vltava’nın üzerinde bir inci
gibi duruyor, Chehov Köprüsü ve diğerleri şehrin iki yakasını bağlıyor, solda
Vitus Katedrali ileride biraz önce oturduğumuz cafe ve uzakta Astronomik saat
işte bir uçtan bir uca Prag…
Petrinit Kulesi’nden şehre ıhlamur kokulu
ormanların içinden yürüyerek patika yollardan indik. Şehrin her yerini ıhlamur
ağaçları ve ıhlamur kokuları sarmış. Bu şehrin ağacı ıhlamur sanırım. Aşağıya
indiğimizde öncelikle yönümüzü bulmak için ırmağı bulmamız gerekti. Irmak kenarına
ulaştığımızda güneş biraz eğilmiş ve köprüleri ve tarihi binaları soft bir
ışıkla aydınlatıyordu.
Chedov Köprüne kadar yürüyüp akşam güneşinde
şehri köprüleriyle karşı cepheden çekmek için tepeye tırmandık o sıcakta o dik
yokuşta ter alnımızdan aktı. Akşam ışığında Vltava üzerindeki köprü silsilesi
fotoğraf karelerimizde yerlerini aldılar.Prag’daki son güneşimizi güzel bir
manzarayla batırırken Hanovsky Pavilon Restoran’ta akşam yemeğimizi yedik. Son
bozuk korintlerimizi metroya binmek için ayırdık ve paramızı birleştirip son
kuruşuna kadar harcadık.
Metro hatlarını ve otobüsü kullanarak gece onbirde otele
vardık. Önce en alttaki yeşil hatta binmek için çok dik bir yürüyen merdivenden
en az 150 basamak indik, inerken aşağıya bakmak güçtü doğrusu. Yeşil hat aynı
zamanda Vltava nehrinin de altından geçiyor. Merkez Museum’da inip kırmızı
metro hattına bindik ve oradan 115 nolu otobüsle otele vardığımızda ayak
tabanlarımız ağrıyordu.
Şehir
üç farklı metro ağıyla örülü. En altta yeşil hat üstünde kırmız hat ve en üstte
sarı hat. Bunlar şehrin belli noktalarında üst üste çakışıyor.Metrolar
sayesinde şehri bir uçtan bir uca 20 dakikada giderken Samsun’daki raylı
sistemin aslında ne kadar ilkel kaldığını düşündüm.
Prag’dan ertesi sabah ayrılırken tarihi
dokusunu ne kadar da güzel korumuş bir şehir olduğunu hayıflanarak kendi
değerlerimize önem vermediğimizi -gezdiğimiz her Orta Avrupa ülkesinde olduğu
gibi-düşünerek ve biraz da buruk ayrıldım.
ESRA
TÜRKDÖNMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder