JOHANNESBURG
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en
büyük kenti olan Johannesburg’a Cape Town’dan yaklaşık iki saatlik uçuştan
sonra ulaştık. Günlük konuşma dilinde Joburg veya Jozi olarak da
adlandırılan şehre bir bakalım.
Johannesburg
halkının çoğunluğu siyahlardan oluşuyor ve siyahların büyük bir kısmı Soweto
ile çevresindeki diğer gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Soweto Bölgesi sacdan
yapılmış baraka evlerden oluşuyor ve beyazlar için hiç güvenli değil. İnsanlar
burada sefalet içinde yaşarken yanı başındaki altın ve platin ocaklarının
olması ne kadar da manidar.Evet özellikle Johannesburg çevresi dünyanın en
zengin altın ve platin rezervlerini bulundurmakta. Taşı toprağı altın terimi en
çok bu bölgeye yakışır herhalde. Dünya platininin %70i burada çıkıyor. Platin
ayrıştıktan sonra geri kalan gri taş yığınları yolun bir kenarında baraka evler
diğer kenarında yol boyunca devam ederken kapitalizmin acı sonuçlarının dünya
üzerinde bu kadar net gözlemlenebilen yegane yer olduğunu düşünmemek elde değil
maalesef.Tabi dünyanın her yerinde yaptıkları gibi İngilizler nerede önemli
rezervler varsa orayı sömürme politikalarıyla buradalar.Siyahlar ise kendi
altın yatakları içinde yoksulluğun zirvesindeyken onlar bu altınları sömürenler
olarak zenginliğin zirvesindeler ne yazık ki!
Güney Afrika Cumhuriyeti dünyada AIDS oranı
4. sırada olan ülke, gençlerde bu oran %16 civarında, alyuvarları hilal
şeklinde olan zencilerde HIV+ de olsa AIDS görülmüyor. AIDS maymun ve
aslanlarda da var. Ülkede HIV+ olanlar altı milyon kişiye yakın.
Johannesburg
Güney Afrika’nın ve hatta tüm Afrika kıtasının
ekonomik merkezi. Gelir dağılımı eşitsizliği nedeniyle ultra lüks evlerin
bulunduğu bölgeler ile Soweto bölgesi gibi baraka evlerin bir arada olması
sonucu dünyada suç oranının en yüksek olduğu şehirlerden biri. Şehirde beyaz
insanları yürürken göremezsiniz. Beyazlar araçlarda siyahlar yaya olarak göze çarpıyor.
Toplu taşıma araçları çok az ve sadece siyahlar kullanıyor bu nedenle çok
sayıda araç yollarda,trafik yoğun fakat akıcı. Benzin fiyatları Türkiye’nin
yarısı kadar. Lüks evlerin bulunduğu bölgeler şehrin gerçeğinden çok uzak bir
köşede elektrikli tellerle korunan bahçeli villalarının ve geniş sokakların
içinde yoksulluktan bihaber yaşıyorlar. Sokaklarında yürümenin çok tehlikeli
olduğu şehre yukarıdan bakınca yeşil bir ağaç örtüsü arasına serpiştirilmiş
evleri görebildiğiniz Johahannesburg dünyanın en büyük kent ormanına sahip.
Beyaz nüfus yarım milyondan biraz fazla. Üç
yüz bin civarında çoğu melez ve Asyalı olmak üzere diğer ırklardan insanlar da
kentin renklerinden. İngilizce ortak dil ama diğer birçok yerli ve göçmen dilleri
ayrıca Apartheit rejiminin dayattığı sömürge Hollandacası olan Afrikanca dili
de konuşuluyor.
1948 yılında
resmen başlayan Apartheit rejiminden sonra siyahları bölmek için aileleri
koparmışlar ve aile bağları çok zayıf.Beyazların siyahlardan üstün olduğunu
belirten Apartheit rejiminde öyle ki bu iki ırk aynı banklarda oturamaz, aynı
okullara gidemez, aynı toplu taşıma aracını kullanamaz, evlenemez, aynı sağlık
kuruluşuna gidemez ya da farklı kapılardan geçer gibi ayrımcı bir politika izlenmekte.Mandela
Apartheit rejimiyle mücadele edince 1963’de hapse girer,27 yıllık esaretten
sonra 1990’te hapisten çıkar ve 1994’teki seçimlerden sonra devlet başkanı
seçilir, bu ırkçı rejim resmen kaldırılır.Şu an durum tersine dönmüş ülkede
pozitif ayrımcılık söz konusu.Fabrikalarda artık yüksek oranda siyah az oranda
beyaz çalıştırma zorunluluğu var.Üniversitelerde %80 oranında siyah, %20
oranında beyaz kontenjanı var.Böylelikle aynı bölüme beyazlar çok yüksek,
siyahlar çok düşük puanla giriyor. Bu durumda birçok beyaz işsiz ve ülkeyi terk
ediyor. Beyaz nüfusu %16’dan %8,5’e düşmüş.Yirmi yıl önce siyahların girip
oturamadığı parklarda şimdi ise tek tük beyaz görebilirsiniz. Siyahlarda
geleneksel bir kin oluşmuş.’’Zamanında biz ezildik, şimdi bazı ayrıcalıklar
beklemek bizim hakkımız.’’ olarak bakıyorlar.Sessiz direniş içindeler, elektrik
faturalarını ödemiyor, işçiler her yıl %25 zam istiyor ve lüks evleri soymayı
hak görüyorlar.Bu nedenle lüks evler elektrikli tellerle korunuyor.
Afrika kıtasının en büyük şehirlerinden 3,3
milyon nüfuslu Johannesburg aynı nüfusa sahip çoğu kentten daha geniş bir alana
yayıldığı için nüfus yoğunluğu düşük. Siteler şehrin kenarında ve büyük yeşil
alanları var.Rehberimiz sitesinde sabah uyandığında çakallar sincaplar
gördüğünü ve farklı kuş türlerinin seslerini dinlediğini anlattı ki şehirde
yaklaşık 350 kuş türü varmış.Sitelerin içinde golf sahaları var ve şehrin yeşil
alanları çok fazla, hem doğa ile iç içe hem de metropol içinde yaşamak
Johannesburg’a özgü olsa gerek.
ASLAN PARKI:
Şehre sadece onbeş dakika uzaklıktaki park 1960 yılında kurulmuş ve buradaki
beyaz aslanlar koruma altına alınmışlar. Kapalı bir gen havuzu sonucu gen
çeşitliliğinde azalma olmaması ve akraba evliliği sonucu oluşabilecek genetik
bozuklukları önlemek için farklı yerlerden aslan transferleri yapılıyormuş. Bu
parkta sadece aslanlar yoktu, devekuşu, zebra, antilop,çita, sırtlan, zürafa
gördük, zürafalara yem verdik, yavru aslanları sevdik, onları fotoğrafladık ve
onlarla fotoğraf çektirdik.
Akşam
safarinin ortasına kurulmuş yapay şehir Suncity’e gelmiştik.Güney Afrika yakın
tarihi ve coğrafi konumu ile önemli bir turizm noktası. Yalnız safariye çıkana
kadar gerçekten Afrika’da olduğuma inanamamıştım. Gerçek Afrika safaride gösterdi
kendini. Suncity ve safariye yolculuk bir sonraki yazımda… ESRA TÜRKDÖNMEZ
Vahşi doğanın ortasında gece Afrika müziğiyle eğlenirken |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder