13 Kasım 2015 Cuma

ŞAVŞAT EKİM 2014


        YOLUMUZ YİNE ŞAVŞAT’A DÜŞTÜ                                         EKİM 2014

   Doğu Karadeniz yaylarına yaklaşık on yıldır yaz mevsiminin çiçeklenme döneminde gidiyorum fakat sonbaharında gidememiştim. Sevgili İhsan bir süredir ısrarla bizi Şavşat’ın sonbaharını görmeye çağırıyor bizler ise bir türlü karar veremiyorduk. Bir anda kendimizi bir organizasyonun içinde bulduk ve yine yollardaydık.
   Sabah beş sıralarında Trabzon’da bizi Beytullah karşıladı. Onun arabasıyla sabah dokuz gibi Şavşat’a geldik ve bizi üç gün boyunca eşlik edecek Artvin konukseverliğini gösterecek arkadaşımız İhsan karşıladı.
   Sabah kahvaltısı için Şavşat’ın eşsiz sonbahar manzarasına nazır Yavuzköy’ün seyir terası Şavşat Evi’nde güzel bir köy kahvaltısı yaparken gece boyu uykusuz kalmaya ve uzun yola rağmen ‘’iyi ki buradayım ve burada olmaktan mutluyum.’’  demekten kendimi alamadım. Dağların oluşturduğu çukura dizilmiş gri çatıları eğik güneşte parlayan ahşaptan köy evleri ve onlara ulaşan zikzak yollar, yeşil dokunun içine dağılmış sarı kızıl yapraklı ağaçlar ve dağların doruklarına yağmış kışın yakın olduğunu söyleyen kar sonbaharın geldiğini anlatıyordu. (Resim 1 )
    Doğanın ne güzel bir dili vardı kelimelere ihtiyacı olmayan. Şehirlerdeki asfalt yolların, göğü görmemizi engelleyen beton binaların bize mevsimlerin her birinin kendine münhasır eşsiz güzelliklerini görmemizi nasıl engellediklerini düşündüm o manzara karşısında.
  Sonbaharı doya doya yaşamak için erkenden yola koyulduk. Fakat ilerleyemiyorduk. Şavşat’ın her noktası ayrı güzel ayrı bir fotoğraf karesiydi. Karşı köyde bir ev belli ki sabahın soğuğunda ısınmak için sobasını yakmış yoksa bacadan çıkan bu duman aslında bizim fotoğraf karelerine girmek için mi bu kadar güzel dalgalanıyor rüzgarda, inekler bizim için mi açık yeşil otlarda otlanırken güneş bizim için mi bu kadar güzel aydınlatıyor Şavşat’ı.
   Kocabey Köyü’nden geçtik çoban koyunlarıyla bizi bekliyordu sanki. Yeşil çayırlar üzerinde sarı ağaçlar ve tepeye diyagonal uzanan koyunlar evet bizim için oradaydı. Biz de onları fotoğrafladık. (Resim 2)  Güneş tüm gücüyle son enerjisini bize saklamıştı sanki, biz de yere uzandık halka yapıp ayaklarımızı birleştirdik ve gözlerimizi kapatıp bu anı tüm ruhumuzla hissetmek istedik. Ortada birleşen ayaklarımızı fotoğrafladık. Çocuklar gibi mutluyduk şendik. Biz dağların mucizesini keşfetmiş, şehrin yoğun temposundan kaçarak çaldığımız birkaç eşsiz sayılı günün kıymetini bilen ve bunun içindir ki biraz buruk ama mutlu bir gruptuk. Hepimizin yüzünden bunu okumak kolaydı zaten farkında olmadan ağzımızdan mütemadiyen dökülen ‘’ İyi ki buradayız’’ ,’’İyi ki gelmişiz’’ sözleri sanki bunu kanıtlamak içindi. (Resim 3)
   Yukarı Koyunlu Köyü yakınlarında muhteşem sonbahar renklerini içinde barındıran yansımasıyla Rutav Gölü manzarası bizi karşıladı. İhsan jeepi ile engebeli tarlalardan atlaya zıplaya kafamızı kah cama kah tavana vura vura gülmekten karnımız, vurmaktan kafamız ağrıyarak göle ulaştırmıştı bizi. Gölün kenarındaki kayaya oturup renkli polarlarımızla her birimiz poz verdik.(Resim 4)
   Köy yollarında ilerlerken bir arkadaşımız ‘’Ne kadar şanslıyız.’’ dedi. Aslında biz şanslı değildik. Biz bu güzelliklerin farkına varan ,zamanını ve imkanlarını bu yönde kullanmayı tercih eden, sayılı izin günlerini hafta sonu ile birleştirip kısacık zamanı değerlendiren insanlardandık. Şehirdeki sıcak evimizi bırakıp bir dağ pansiyonunda üşüyerek duş alan, cumartesi pazar demeden sabah beşte uyanıp dağ havasında yollara düşmekten mutlu, kendimiz olabildiğimiz, kendimizi bulabildiğimiz dağların sırrına ulaşmanın büyük hazzını duyan ne yazık ki toplumuzdaki küçük bir gruptuk. Bu şans değil bize sunulmuş doğanın tüm güzelliklerinin farkına varmanın eşsiz huzuru ve mutluluğudur…
  Bu düşüncelerle ilerlerken Meşeli Köyü yakınlarında bizi kırmızı elmalarıyla cezbeden ağaçtan İhsan birkaç elma aldı ve bizler elmaları yerken Meşeli Köyü’nden geçerek Karagöl’e geldik. Karagöl’e de sonbahar gelmişti. Komarlar iyice kızarmış çam ağaçlarının arasında kontrast oluşturuyorlardı. Birkaç geniş yapraklı ağacın sararmış yaprakları güneşte parlıyordu. Yansıma her zaman ki gibi Karagöl’ün suyunda güzel görüntüler oluşturuyordu. (Resim 5)Gölün etrafında dolaşırken yol boyunca kurumuş sarı kızıl yaprakların görüntüleri muhteşem, ayağımın altında çıkardıkları ses doğanın kulağımıza fısıltısıydı. Kayıkla göle açıldık ve doğanın muhteşem sesini dinledik.
  Akşam olurken Şavşat’ın merkezine indik. Akşam yemeğinde İhsan ve Semra’nın misafirleriydik, bize bilinen Artvin misafirperverliğini gösterdiler. Yemekler ve özellikle hoş sohbet yorgunluğumuzu ve uykusuzluğumuzu unutturdu. Gece bitmemişti yemekten sonra Efkar Tepesi’ndeki kafede sobanın etrafında oturduk çay içip sobada kestane pişirdik. Şavşat’ın akşam ışıklarını seyreden balkonunda montlarımızla otururken bir müziğimiz eksikti ki gitarıyla bir genç sanki bizim için gelmişti. Birkaç sohbetten sonra gitarı alan Murat Hoca alışageldiğimiz güzel parçalardan birkaç tanesini çaldı ve hep birlikte eşlik ettik. Gece ilerledikçe hava soğuyordu ama söz verdiğimiz bir yer daha vardı canlı müzik yapan yerel bir grup Yavuz Köy’deki Şavşat Evi’nde bizi bekliyorlardı. Orada da biraz oturduk pansiyona vardığımızda iyice yorulmuştuk.
  Cumartesi sabahı hava parçalı bulutlu ara ara yağmur çiseliyordu. Kahvaltıdan sonra Gothev  Mevkinde sararmış ağaçlarda oluşan koruda birkaç fotoğraf çektik, özçekim yapmadan olmazdı. Yolda ilerlerken ‘’Beytullah şuraya bir güneş rica etsem ‘’diyor, güneş kendini bulutların arasından gösteriyor. Yayılan soft ışık vadiler arasından huzmeler oluşturup sararmış yaprakların içinden geçerken karşıdaki köyün minaresine değiyor oradan elektrik tellerini parlatıyor bize görsel bir şölen sunuyor.(Resim 6)’’ Şimdi gökkuşağı’’ derken yağan yağmur damlalarında ışık kırılıyor bir arkamıza dönmüşüz gökkuşağı bize tüm renklerini sergiliyordu. Şu iki günde doğa sonbaharın tüm güzelliklerini bize sunmuştu. Yola devam ettik Balıklı Köyü’nden sonra Meydancık Köyü’ne geldik. Önceden belde olan meydancık göç verdiği için köy statüsüne dönmüş fakat köylüler bu durumdan muzdarip. Taşköprü ve Mısırlı Köyü’nü geçtik. Kemerköprü üzerinde Semra ve İhsan’ın romantik pozları fotoğraf karelerimizle tescillendi. Her birimiz omuzlarımızı tripot gibi kullanıp sıraya dizildik Semra’nın şemsiyesinde uzun pozlama denemeleri yaptık. O kadar eğlenceliydi ki çocuklar gibi şendik biz çocukluğumuzu bulmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Meğer çocukluğumuz burada bizi bekliyormuş…
    Yağmur hızlanmıştı fotoğraf çekimine ara verip jandarmaya gittik ve balkonunda yağmura karşı sıcak çaylarımızı içtik. Şavşat’a geri dönerken akşam oluyordu. Yol kenarında yaprakları tümüyle sararmış kavak ağaçlarının arasındaki ışık çok güzeldi. Burada güzel fotoğraf denemeleri yaptık. Kimimiz zıplayarak poz verdik, fotoğraf bahaneydi zıplama mutluluktan. Uzun pozlama yaparak araç ışıklarını çizgisel yakalamaya çalıştık. Uzaktan bakılınca bir film çekimi çalışmalarını andırıyorduk, gelen araçlar korna çalıyor biz ise hayatımızdan memnun çektiğimiz her fotoğraf için çığlık atıyorduk, fotoğrafın güzelliği bahaneydi çığlık mutluluktan…
   Hava iyice karardı, Şavşat’a döndük. İhsanlar’da biraz dinlendikten sonra Efkar Tepesi’ne geçtik. Bayağı acıkmıştık, Şavşat gözlemesini sıcak sobanın etrafında ısınarak bekledik. Sobada kestane ve patates pişirdik. Gözleme yanında peynir eritmesi çok lezzetliydi. Üzerine çay patates kestane ve sohbetler geceyi doldurdu.
  Son sabah hava yine parçalı bulutlu fakat biraz daha serindi. Erken ayrılmamız gerekiyordu Şavşat’tan, yolumuz uzundu. Yavuz Köy’e bir kez daha çıktık ışık güzeldi birkaç çekim yaptık.(Resim 7) Güldük eğlendik, ters ışıkta zıpladık güzel kareler çektik. Semra ve İhsanla vedalaştık. Onların dostlukları her şeyden güzeldi. Bizi Şavşat’ın kışını görmeye de çağırdılar bakalım..:)
    Ben, Dilek Kolbakır, Nilgün Mısır, Murat Danacı ve Beytullah Sarı araba ile Trabzon’a gitmek üzere yola çıktık. Pazar’daki Balık Evi Restorant bizim uğrak yerimiz oldu. Sohbet esnasında sahibi bizi tanıdığını söyledi ki aslında pek şaşırmadık, belki de Samsun’da bir balık lokantasına bu kadar sık gitmemiştik. Denize nazır, balık çorbası her zaman ki gibi harika idi, balıklar keza öyle, bir de laz böreği geziye son noktasını koydu.
   Bir Doğu Karadeniz gezimiz daha sonlanmıştı. Düşünüyorum da, biz bu dağları niçin bu kadar seviyor,  gitme fikri dahi bizi niçin bu kadar heyecanlandırıyor. Biz kaybettiğimiz çocukluğumuzu hatta kendimizi bulduk orada, kendimiz olabildik. Duygularımız, çocukluğumuz ve kendimiz ruhumuz orada olduğu sürece bizim yolumuz bu dağlardan her zaman geçecektik. Bekle bizi dağlar, bekle bizi Şavşat bekleyin bizi dostlar…..

                                                                               ESRA TÜRKDÖNMEZ






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder