Doğu Karadeniz yaylarına yaklaşık on yıldır
yaz mevsiminin çiçeklenme döneminde gidiyorum fakat sonbaharında gidememiştim.
Sevgili İhsan bir süredir ısrarla bizi Şavşat’ın sonbaharını görmeye çağırıyor
bizler ise bir türlü karar veremiyorduk. Bir anda kendimizi bir organizasyonun içinde bulduk ve yine yollardaydık.
Sabah beş sıralarında Trabzon’da bizi
Beytullah karşıladı. Onun arabasıyla sabah dokuz gibi Şavşat’a geldik ve bizi
üç gün boyunca eşlik edecek Artvin konukseverliğini gösterecek arkadaşımız
İhsan karşıladı.
Sabah kahvaltısı için Şavşat’ın eşsiz sonbahar
manzarasına nazır Yavuzköy’ün seyir terası Şavşat Evi’nde güzel bir köy
kahvaltısı yaparken gece boyu uykusuz kalmaya ve uzun yola rağmen ‘’iyi ki
buradayım ve burada olmaktan mutluyum.’’
demekten kendimi alamadım. Dağların oluşturduğu çukura dizilmiş gri
çatıları eğik güneşte parlayan ahşaptan köy evleri ve onlara ulaşan zikzak
yollar, yeşil dokunun içine dağılmış sarı kızıl yapraklı ağaçlar ve dağların
doruklarına yağmış kışın yakın olduğunu söyleyen kar sonbaharın geldiğini
anlatıyordu. (Resim 1 )
Doğanın ne güzel bir dili vardı
kelimelere ihtiyacı olmayan. Şehirlerdeki asfalt yolların, göğü görmemizi
engelleyen beton binaların bize mevsimlerin her birinin kendine münhasır eşsiz
güzelliklerini görmemizi nasıl engellediklerini düşündüm o manzara karşısında.
Sonbaharı doya doya yaşamak için erkenden
yola koyulduk. Fakat ilerleyemiyorduk. Şavşat’ın her noktası ayrı güzel ayrı
bir fotoğraf karesiydi. Karşı köyde bir ev belli ki sabahın soğuğunda ısınmak
için sobasını yakmış yoksa bacadan çıkan bu duman aslında bizim fotoğraf
karelerine girmek için mi bu kadar güzel dalgalanıyor rüzgarda, inekler bizim
için mi açık yeşil otlarda otlanırken güneş bizim için mi bu kadar güzel
aydınlatıyor Şavşat’ı.
Kocabey
Köyü’nden geçtik çoban koyunlarıyla bizi bekliyordu sanki. Yeşil çayırlar
üzerinde sarı ağaçlar ve tepeye diyagonal uzanan koyunlar evet bizim için
oradaydı. Biz de onları fotoğrafladık. (Resim 2) Güneş tüm gücüyle son enerjisini bize
saklamıştı sanki, biz de yere uzandık halka yapıp ayaklarımızı birleştirdik ve gözlerimizi
kapatıp bu anı tüm ruhumuzla hissetmek istedik. Ortada birleşen ayaklarımızı
fotoğrafladık. Çocuklar gibi mutluyduk şendik. Biz dağların mucizesini
keşfetmiş, şehrin yoğun temposundan kaçarak çaldığımız birkaç eşsiz sayılı
günün kıymetini bilen ve bunun içindir ki biraz buruk ama mutlu bir gruptuk.
Hepimizin yüzünden bunu okumak kolaydı zaten farkında olmadan ağzımızdan
mütemadiyen dökülen ‘’ İyi ki buradayız’’ ,’’İyi ki gelmişiz’’ sözleri sanki
bunu kanıtlamak içindi. (Resim 3)
Yukarı
Koyunlu Köyü yakınlarında muhteşem sonbahar renklerini içinde barındıran
yansımasıyla Rutav Gölü manzarası bizi karşıladı. İhsan jeepi ile engebeli
tarlalardan atlaya zıplaya kafamızı kah cama kah tavana vura vura gülmekten
karnımız, vurmaktan kafamız ağrıyarak göle ulaştırmıştı bizi. Gölün kenarındaki
kayaya oturup renkli polarlarımızla her birimiz poz verdik.(Resim 4)
Köy
yollarında ilerlerken bir arkadaşımız ‘’Ne kadar şanslıyız.’’ dedi. Aslında biz
şanslı değildik. Biz bu güzelliklerin farkına varan ,zamanını ve imkanlarını bu
yönde kullanmayı tercih eden, sayılı izin günlerini hafta sonu ile birleştirip
kısacık zamanı değerlendiren insanlardandık. Şehirdeki sıcak evimizi bırakıp bir
dağ pansiyonunda üşüyerek duş alan, cumartesi pazar demeden sabah beşte uyanıp
dağ havasında yollara düşmekten mutlu, kendimiz olabildiğimiz, kendimizi
bulabildiğimiz dağların sırrına ulaşmanın büyük hazzını duyan ne yazık ki
toplumuzdaki küçük bir gruptuk. Bu şans değil bize sunulmuş doğanın tüm
güzelliklerinin farkına varmanın eşsiz huzuru ve mutluluğudur…
Bu düşüncelerle ilerlerken Meşeli Köyü
yakınlarında bizi kırmızı elmalarıyla cezbeden ağaçtan İhsan birkaç elma aldı
ve bizler elmaları yerken Meşeli Köyü’nden geçerek Karagöl’e geldik. Karagöl’e
de sonbahar gelmişti. Komarlar iyice kızarmış çam ağaçlarının arasında kontrast
oluşturuyorlardı. Birkaç geniş yapraklı ağacın sararmış yaprakları güneşte
parlıyordu. Yansıma her zaman ki gibi Karagöl’ün suyunda güzel görüntüler
oluşturuyordu. (Resim 5)Gölün etrafında dolaşırken yol boyunca kurumuş sarı
kızıl yaprakların görüntüleri muhteşem, ayağımın altında çıkardıkları ses
doğanın kulağımıza fısıltısıydı. Kayıkla göle açıldık ve doğanın muhteşem
sesini dinledik.
Akşam olurken Şavşat’ın merkezine indik. Akşam
yemeğinde İhsan ve Semra’nın misafirleriydik, bize bilinen Artvin
misafirperverliğini gösterdiler. Yemekler ve özellikle hoş sohbet
yorgunluğumuzu ve uykusuzluğumuzu unutturdu. Gece bitmemişti yemekten sonra
Efkar Tepesi’ndeki kafede sobanın etrafında oturduk çay içip sobada kestane
pişirdik. Şavşat’ın akşam ışıklarını seyreden balkonunda montlarımızla
otururken bir müziğimiz eksikti ki gitarıyla bir genç sanki bizim için
gelmişti. Birkaç sohbetten sonra gitarı alan Murat Hoca alışageldiğimiz güzel
parçalardan birkaç tanesini çaldı ve hep birlikte eşlik ettik. Gece ilerledikçe
hava soğuyordu ama söz verdiğimiz bir yer daha vardı canlı müzik yapan yerel
bir grup Yavuz Köy’deki Şavşat Evi’nde bizi bekliyorlardı. Orada da biraz
oturduk pansiyona vardığımızda iyice yorulmuştuk.
Cumartesi sabahı hava parçalı bulutlu ara ara
yağmur çiseliyordu. Kahvaltıdan sonra Gothev Mevkinde sararmış ağaçlarda oluşan koruda
birkaç fotoğraf çektik, özçekim yapmadan olmazdı. Yolda ilerlerken ‘’Beytullah
şuraya bir güneş rica etsem ‘’diyor, güneş kendini bulutların arasından
gösteriyor. Yayılan soft ışık vadiler arasından huzmeler oluşturup sararmış
yaprakların içinden geçerken karşıdaki köyün minaresine değiyor oradan elektrik
tellerini parlatıyor bize görsel bir şölen sunuyor.(Resim 6)’’ Şimdi
gökkuşağı’’ derken yağan yağmur damlalarında ışık kırılıyor bir arkamıza dönmüşüz
gökkuşağı bize tüm renklerini sergiliyordu. Şu iki günde doğa sonbaharın tüm
güzelliklerini bize sunmuştu. Yola devam ettik Balıklı Köyü’nden sonra
Meydancık Köyü’ne geldik. Önceden belde olan meydancık göç verdiği için köy
statüsüne dönmüş fakat köylüler bu durumdan muzdarip. Taşköprü ve Mısırlı
Köyü’nü geçtik. Kemerköprü üzerinde Semra ve İhsan’ın romantik pozları fotoğraf
karelerimizle tescillendi. Her birimiz omuzlarımızı tripot gibi kullanıp sıraya
dizildik Semra’nın şemsiyesinde uzun pozlama denemeleri yaptık. O kadar
eğlenceliydi ki çocuklar gibi şendik biz çocukluğumuzu bulmanın mutluluğunu
yaşıyorduk. Meğer çocukluğumuz burada bizi bekliyormuş…
Hava iyice karardı, Şavşat’a döndük.
İhsanlar’da biraz dinlendikten sonra Efkar Tepesi’ne geçtik. Bayağı acıkmıştık,
Şavşat gözlemesini sıcak sobanın etrafında ısınarak bekledik. Sobada kestane ve
patates pişirdik. Gözleme yanında peynir eritmesi çok lezzetliydi. Üzerine çay
patates kestane ve sohbetler geceyi doldurdu.
Son sabah hava yine parçalı bulutlu fakat
biraz daha serindi. Erken ayrılmamız gerekiyordu Şavşat’tan, yolumuz uzundu.
Yavuz Köy’e bir kez daha çıktık ışık güzeldi birkaç çekim yaptık.(Resim 7)
Güldük eğlendik, ters ışıkta zıpladık güzel kareler çektik. Semra ve İhsanla
vedalaştık. Onların dostlukları her şeyden güzeldi. Bizi Şavşat’ın kışını
görmeye de çağırdılar bakalım..:)
Ben, Dilek Kolbakır, Nilgün Mısır, Murat Danacı
ve Beytullah Sarı araba ile Trabzon’a gitmek üzere yola çıktık. Pazar’daki
Balık Evi Restorant bizim uğrak yerimiz oldu. Sohbet esnasında sahibi bizi
tanıdığını söyledi ki aslında pek şaşırmadık, belki de Samsun’da bir balık
lokantasına bu kadar sık gitmemiştik. Denize nazır, balık çorbası her zaman ki
gibi harika idi, balıklar keza öyle, bir de laz böreği geziye son noktasını
koydu.
Bir Doğu Karadeniz gezimiz daha sonlanmıştı.
Düşünüyorum da, biz bu dağları niçin bu kadar seviyor, gitme fikri dahi bizi niçin bu kadar
heyecanlandırıyor. Biz kaybettiğimiz çocukluğumuzu hatta kendimizi bulduk
orada, kendimiz olabildik. Duygularımız, çocukluğumuz ve kendimiz ruhumuz orada
olduğu sürece bizim yolumuz bu dağlardan her zaman geçecektik. Bekle bizi
dağlar, bekle bizi Şavşat bekleyin bizi dostlar…..
ESRA TÜRKDÖNMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder