14 Kasım 2015 Cumartesi

KÜBA ŞUBAT 2013

Havana Küba


                                                                  

                                           KÜBA

   Bu yıl birkaç alternatifin içinde sonunda Fidel’in ülkesi Küba’ya gitmeye karar verdik. Birçok arkadaşın Fidel’e selamı vardı emanet, onları da iletmem gerekiyordu.
   Paris aktarmalı toplam yaklaşık 15 saat süren uzun bir yolculuktan sonra başkent La Habana’ya indik. Otele gittiğimizde bize nane, buz, esmer şeker,limon ve romla hazırlanan milli içecekleri mojito(mohito) ikram ettiler dokuz gün boyunca birçok kere mohito içtik.
Santiago de Cuba.
Küba'da özgürlük savaşının başladığı şehir
  Ondört ada üzerinde onbeş eyaletten oluşan Karayipler’in en büyük adası olan Küba komünizmle yönetilen iki ülkeden biri olma özelliğiyle dünyanın ilgi noktası olmaya devam ediyor. Ayrıca dünyada ismi ile anılan tek devlet başkanı olma ünvanını da taşır Küba.
  1959 devriminden sonra başkent olmuş La Habana ise üç milyon nüfuslu, Küba müzikleriyle salsa yapan insanlarla renklenen sokakları, Amerika Temsilciliğinin karşısına kurulan Anti Emperyalizm Anıt’lı meydanı, ünlü Capitolyo Binası,  Jose Marte’nin anıtını karşısında Guevara ve Castro’nun portresinin bulunduğu Devrim Meydanı ve 1950 yıllarına ait Amerikan arabalarıyla dünyanın ayrıcalıklı şehri.
   İspanyollara karşı ayaklanarak devrim ateşini ilk yakan kişi olarak kabul edilen Jose Marte’nin adına yapılan Devrim Meydanı’ndaki 109m’lik yukarıdan bakıldığında yıldız şeklindeki anıtın bulunduğu meydanda 1 Mayıs kutlamaları yapılır. Meydanın karşısında Fidel Castro ve devrim arkadaşı Che Guevara’nın duvara çizilmiş portreleri bulunuyor. Bir başka ilginç anıt Amerikan Temsilciliğinin karşısına yapılmış anti Emperyalist Anıtı görülmeye değer ki  yine her 1Mayıs’ta burada kutlamalar yapılır. Opera binası Capitolyo gezilecek yerler arasında.  Ernest Heminway’in 1928’de gelip yedi yıl kaldığı ve ‘’Çanlar Kimin İçin Çalıyor’’ kitabını yazdığı Anbos Mundos Oteli’ni gezdik ve panoramik Habana’yı seyrettiğimiz ve mojitolarımızı yudumladığımız terasında dinlendik.
  Havana’nın karşısındaki adada devrim karşıtlarının bulunduğu hapishane bulunmakta ve başında da Guevara görevliymiş. Fransızlar adaya ulaşmak için alttan tünel açmışlar.
  Öğle yemeğimizi Comandante Che Guevara müziği eşliğinde -ki gezi boyunca her gün her mekanda dinlediğimiz bu şarkı Türkiye’ye döndüğümde uzun süre ağzıma takıldı-yöresel bir restorantta aldık. Akşam Bueno Vista grubunu dinlemeye gittik artık grubun üyeleri yaşlanmışlar yine de güzel söylüyorlar.
  27 Ocak biraz Havana’nın dışına çıkarak batıdaki Pınar del Rio bölgesine gittik hava bunaltıcı derecede sıcaktı. Yolda küçük molalar vererek yaklaşık üç saat sonra tütün çiftliği ve puro yapımını izlediğimiz yöresel bir çiftlik evinde konakladık. Sigara içmediğim halde ‘’puronun tadına bakmadan ülkeden gitmek olmaz.’’ diyerek bir puro yaktım. Ülkenin en ünlü puro markası Cohiba, Fidel’in resmi konuklarına sunduğu puro imiş ve 1980’den itibaren dünyaya açılmış.
   Pınar del Rio yolunda palmiyeler özellikle endemik tür olan royal palmiye ve asitli topraktan dolayı gövdesinde şişkinlik oluşumuyla hamile palmiye olarak adlandırılan tür ilginçti. Ülkede 28 palmiye türü bulunmakta. Ayrıca yol boyu bize eşlik eden akbabaları da unutmamak lazım.
  Pınar del Rio bölgesinde kölelerin saklandıkları mağaraları gezdik. Kölelik 1800 yıllarda çok yaygınmış İspanyollar yerli halkı Şeker kamışı tarlalarında çalıştırıyorlarmış. İlk defa 1868 yılında kölelerini azat eden bir ispanyoldan sonra köleler özgürlükler için mücadele etmeye başlamışlar ve o yıllarda bu mağaralara saklanmışlar. Kristof Kolomb 1492’de adaya çıkmasıyla başlayan sömürü 1886’da köleliğin kaldırılmasıyla son bulmuş. Ancak yaklaşık 400 yıl süren bu dönemde yerli halk asimile olmuş dillerini ve dinlerini unutmuşlar. İspanyollar coğrafi keşifler adı altında sadece Küba’yı değil tüm Latin Amerika’yı bu şekilde sömürmüş, bugün Brezilya hariç tüm Latin Amerika İspanyolca konuştuğu bilinmekte. Mağaralardan tekne ile yemyeşil tropik ağaçların bulunduğu güzel bir gölete çıktık, şeker kamışı suyunu sıkan bir makineden kendi suyumuzu kendimiz sıktık ve romla karıştırıp içtik ki burada her içeceğin içine rom katıyorlar sanki amaç rom içmek de meyve suyu bahanesi gibi.
  Rom ülkenin her yerinde her içeceğin içine katılıyor. Devrimden önce 1950’lili yıllarda Batista, yanı başındaki Amerikalılara ‘’gelin ülkeme romla yıkanın’’ dermiş. A.B.D. o kadar yakın ki Miami ile Havana arası uçakla yaklaşık on dakika. Bu süre iki ülkenin farkını görmek için yeterli. Akşam Küba’dan ayrılırken şehrin sönük cılız ışıkları ve on dakika sonra Miami’nin şaşaalı ışıkları farkı açıkça gösteriyordu. Öyle ki devrim karşıtları o dönemde Miami’ye kaçmışlar ve halen orada 200bin Kübalı yaşamakta.
 Küba, 1959 devriminden sonra Batista’nın yılbaşı akşamı ülkeyi terk edip Dominik’e kaçmasıyla yönetim Fidel Castro’ya geçer. Batista döneminde ülkede fuhuş atar, halk arasında sınıf farklıkları oluşur, kumarhaneler artar, ABD’nin hafta sonları uğradığı eğlence merkezi haline dönüşür, halk yoksullukla mücadele ederken belli bir kesim parayla oynarmış. İspanyol asıllı bir aileden gelen hukuk fakültesi mezunu 1926 doğumlu Fidel adında bir genç 26 Temmuz 1953’de ilk defa Batista’ya karşı isyan eder Monkado Kışlası’na suikast düzenler fakat başarısız olup tutuklanır fakat 26 Temmuz devrim ruhunun başladığı tarih olarak kabul edilir. Juventud adasında 21 ay süren tutukluluk süresinden sonra ülkeden sürülmek şartı ile 1955’de Meksika’ya gönderilir. Batista’nın sonunu hazırlayan en büyük hatası onu hapiste öldürmemek olur.(Tarihten sonuç çıkarmak gerek) İşte Fidel bundan sonra kader birliği yapacağı arkadaşı Guevara ile Meksika’da tanışır. 1956’daFidel arkadaşı Ernesto ile o dönemin başkenti Santiago de Cuba’ya 80kişi Gramma yatıyla geri döner ve mücadelede 12 kişi hayatta kalır. Sierra Maestro Dağları’nda yaklaşık iki yıl geçirirler, bu sırada halkı örgütler sonunda 1959 yılbaşında Batista’nın sonunu hazırlayan devrim gerçekleşir. O dönemde amaç ABD sömürüsünden halkı kurtarmak ve eşitlik getirmektir. Fakat dünyada iki güç ABD ve SSCB vardır Fidel ancak 1962’de Domuz Körfezi krizinden sonra komünist olduğunu ve SSCB’nin yanında olduğunu açıklar. ABD Küba’ya ambargo koyar fakat SSCB yılda 6 milyar dolar yardım eder ve şeker kamışını alacağını açıklar. Ta ki SSCB parçalanınca yardım kesilir ülke fakirleşir her şey karneye bağlanır ve Küba gittikçe geriler. Karneyle ayda kişi bazında bir sabun, dört yumurta, yarım litre sıvıyağ , pirinç 2,5kg, şeker 2,5kg, et tavuk balık sadece biri ayda bir kere olur. Sokaktaki insanlar sabun, şampuan, krem için dileniyorlar, bizler otellerden alıp onlara dağıttık. Bunun dışında ihtiyaçalrı para ile alabilirsin fakat alım gücü çok düşük. Bir doktor maaşı yaklaşık 40 dolar ve bir kilo büyük baş hayvan eti 20 dolar. İzinsiz büyük baş hayvan kesmek suç, bu nedenle domuz eti yaygın. Yedi yaşına kadar her çocuğa günde bir litre süt veriliyor. Ülkede doğum ve ölüm oranı eşit nüfus artışı yok. Ömür uzunluğu kadınlar 81, erkekler 79 yaşına kadar yaşıyorlar, eğitim ve sağlık son derece gelişmiş ve ücretsiz. Latin Amerika’nın en iyi eğitim veren üniversitesi Küba’da. ABD Küba vatandaşını almıyor fakat sadece tıp fakültesi mezunlarını kabul ediyor. Afrika’ya ve Latin Amerika’ya doktor ihraç ediyorlar. Her 12 Kübalı’ya 1 doktor düşüyor. Aile hekimliği yaygın.Şu an Chavez Küba’da tedavi görüyor.
 Ülkede her şey devletin kaldığımız lüks oteller arabalar evler. 13 Ocak 2013’den itibaren mülkiyet hakkı verilmiş fakat alım gücü yok. Yurt dışına çıkmak serbestleşmiş fakat hiçbir ülke vize vermiyor. Dokuz gün boyunca bizle birlikte olan yerli rehberimiz Leo’ya nerede yaşamak istersin neyi merak ediyorsun dediğimizde ‘’hamburgerin tadını merak ediyorum belki sevmeyeceğim fakat bir kere yemek istiyorum’’ demişti ki bu sözü beni çok etkiledi. Yine İskandinavya ülkelerinde yaşamayı tercih ettiğini söyledi. Burada ‘’ülkende yaşamayı seviyor musun?’’sorusuna herkes evet dermiş fakat içlerinden hemen hayır eklenirmiş. Son yıllardaki geçim sıkıntısı bu sonuçları doğurmuş. Aslında her çocuk altı yaşına gelince devrim yemini ederler. Fakat devrim ruhu gittikçe köreliyor Fidel 2006’da yönetimi kardeşi Raul Castro’ya verdikten sonra yasalar yumuşamış turizm patlamış ve turizmle ülkeye para girdisi artmış. Fidel ölünce Küba’yı Küba yapan değerlerin değişeceği konuşuluyor ve komünist kesim bundan rahatsız. Fidel ölmeden Küba’yı görün derim.
  28 Ocak sabahı iç hatlarla Havana’dan ülkenin güney doğusunda devrim ruhunun başladığı şehir Santiago de Cuba’ya gittik. Küba hava yollarının sadece dört uçağı var ve uçak biletlerinde koltuk numaraları elle yazılıyor havalimanında göstergeler elektronik değil. Uçak biletleri bize 109 cuc. iken kendi vatandaşına 9cuc.
  Santiago’da Fidel’in iki saatlik meşhur balkon konuşmasını yaptığı bina ve meydan görülmeye değer. Meydandaki otelin terasına çıkarak mojitolarımızı yudumlayıp Guantanamera (Guantanamolu kız) müziği eşliğinde şehri yukarıdan seyrettik. Guantanamo, Santiago yakınlarında ABD üssünün bulunduğu şehir ki burada Taliban adamlarının bulunduğu hapishane var. ABD üssü bu bölgeyi 99 yıllığına kiralamış ve süre 2033’de dolmakta.( bizdeki ABD üslerinin süreleri ne zaman dolacak)
   Santiago de Cuba’da görülmesi gereken bir başka yer Karayip sahiline 16.yy’da korsan akınlarına karşı yapılmış olan kale ki buradan Jose Marte tarihe İspanyollara karşı ilk akın yapan kişi olarak geçmiştir.ayrıca bu kale 1898’de ABD gemisinin batırıldığı yerdir.Öğle yemeğimizi Karayip ve kale manzaralı güel bir lokantada yaptık.
  Otelimiz Melia Santiago de Cuba Küba şartlarına göre lüks bir otel. Burada oteller dahil her mülk devletin, ülke son yıllarda turizme büyük yatırım yapmış.Otelin dışındaki hayatı merak edip mahalle aralarına girdik; ikişer katlı evleri Amerikan arabalarını kaldırım kenarlarına oturmuş insanlarını fotoğrafladık. Akşam Küba müziği ve salsa danslarıyla eğlendik.
  29 Ocak günü önce Bayamo sonra adı güneş ağacı anlamına gelen Camaguey şehrine vardık.Geri kalmış halkı çok fakir her köşede dilencilere rastladığımız bir şehir.30 Ocak Trinidad yolunda kölelik döneminden kalma şeker kamışı makinesi ilginçti ki yanında yöresel kıyafetli kadınlar bizi o dönemlere götürdü.Trinidad’daki otelimiz Karayip Denizi kıyısındaydı ve biz de bu fırsatı değerlendirdik.
   31 Ocak günü Che Guevara’nın mezarının bulunduğu şehir Santa Clara’ya gittik.Che Guevara 1928’de Arjantin’de doğmuş bir doktor. Kader onu Fidel Castro’yla 1955’de Meksika’da tanıştırır ve o günden sonra devrim yolunda birlikte hareket ederler.56’da Küba’ya gemiyle gelir Batista güçleri ile mücadelesi sırasında doktor çantasını düşürür ve o an ‘’doktorluk mesleğime veda ettiğim andır’’ der. Halkı devrim yolunda bilgilendirir ve 1959’da devrimle Fidel devlet başkanı olurken Guevara 60-65’de ekonomi bakanlığı yapar. Fidel Che’yi kendi liderliği açısından tehlike olarak görür ve onu Bolivya’ya ideolojilerini yaymak ve halkı kendi yollarında birleştirmek amacıyla görevlendirir-ki Küba halkı arasındaki yaygın kanı bu- ve 1967’de Che Bolivya’da tutuklanır kısa bir sorgulamadan sonra gözleri açık bir şekilde kurşuna dizilir.30 yıl sonra 1997’de mezardan çıkarıldığında elleri kesilmiş olarak bulunur ve dişinden yapılan DNA testi ile tespit edilir naaşı Küba’ya getirilip Santa Clara’daki mozoleye 41 arkadaşının nişleri ile birlikte konur.
‘‘Bize Che’yİ Anlat!’ Bu istek Castro’nun 2000’li yıllarda Arjantin’e yaptığı bir ziyarette Buenos Aires Hukuk Fakültesi salonundan dışarı taşan binlerce öğrenci tarafından dile getirildiğinde Castro Che’yi şöyle anlatır:
 “Küba’ya ilk çıkartma yaptığımızda yoğun bir ateş altında kaldık. Geri çekilme emri verdim. Che hariç herkes çekildi. Ağır kayıplar verdik. Che emrimi dinlemeyerek dakikalar sonra geldiğinde kızgınlıkla ‘Emrimi nasıl dinlemezsin. Seni kaybedebilirdik.’ diye bağırdığımda, soğukkanlılıkla ‘İşim vardı’ dedi. ‘O ateşin altında ne işin vardı?’ diye tekrar çıkıştım. Ve Che bana dedi ki; Son nefesini vermekte olan yoldaşlarımızın kulaklarına, boşu boşuna ölmediklerini, Küba devrimini gerçekleştireceğimizi’ fısıldadım.”
 Che heykelinin yanında kendisi ile özdeşleşen sözü yazılı ‘’Hasta La Victoria Siempre’’ Daima Zafere Doğru. Yine aynı yerde Fidel’in Che’ye ‘’Sen bize gökyüzünden gelen yıldızsın’’ ve ‘’Çocuklarımız büyüyünce senin gibi olsun’’ sözleri dikkat çekicidir.
 Gezimizin son durağı bir tatil yöresi olan Varadero. İki gece Melia Varadero’da kaldık. Otelin Atlantik sahilinde daha sakin bir gün geçirdik.
  2 Şubat akşamı Havana’dan Küba’ya veda ederken Fidel’i göremedim ama ülkede Che’nin resimleri, afişleri, tişörtleri posterleriyle kurşuna dizilirken söylediği şu sözü aklıma geldi ‘’Günün sonunda vurup vuracağın sadece bir adam’’ evet Che Küba’da hala yaşıyordu…
                                                                    ESRA TÜRKDÖNMEZ
                                                                           ŞUBAT 2013





















 

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder