13 Kasım 2015 Cuma

GİTO YAYLASI HAZİRAN 2015

     BEKLEDİ DAĞLAR BİZİ BİR KIŞ BOYUNCA( HAZİRAN 2015)

    Yine dağlardayım. Aslında buralardan uzaklaşalı bir yıl bile olmamıştı. Yine de özlemişim Gito Yaylasını. Oturdum; Koçira’nın otantik döşenmiş odasındaki sedirlere, karşımda akşam serininde yaktığımız kuzinenin sıcaklığında yudumladığım çay, duvarlarda yeni eklenmiş Gito Yaylası’nı anlatan birbiriden güzel fotoğraflar, yöreye uygun panolar, yerleri kuşatan kilimler üzerinde yer sofralarında bakır siniler ve en güzeli Serhan ve arkadaşlarından dinlediğimiz Kazım Koyuncu’dan Resul Dindar’a Karadeniz türküleriyle geçen hoş saatlerde, kendimi atmosfere kaptırdım kah şarkılara katılıyorum kah elimde kalem bu anları unutulmaz kılmaya çalışırcasına yazıyorum…
  Sabah Fırtına Vadisi’ne her geldiğimizde konakladığımız Toşi Pansiyon’a yedi sıralarında indik. Hava serin ve puslu idi.Toşi; Fırtına Deresi kenarına kurulmuş yeşiller arasında bir doğa pansiyonu. Kahvaltısı da tam doğayı ve yöreyi anlatırcasına idi yine…Kuymak, tereyağında yumurta yerken, yanımda Fırtına Deresi’nin huzur veren sesi karşımda Karadeniz’in yeşil ormanları,… Böyle yerleri insan bir tanıdıktan sonra bir daha özlemez mi?
   Hava yükseldi bulutlar arasından güneş yüzünü gösterdi. Biz fotoğraf makinelerimizi aldık, Çat Vadisi boyunca yürüdük. Yol boyunca derenin sesi yanımızda idi. Güneş yeni çise yapmış yeşil yaprakların üzerinde parlıyordu. Ağaçların yeşili güneş ışıklarıyla oyunlar oynuyor bize ise bunları fotoğraflamak kalıyordu. Yol boyunca çise tüm dalların yaprakların üzerinden sarkıyor, güneş bu doğal güzelliği vurgulamak istercesine onların üzerine düşüyordu. Makro lensimi aldım ve bu damlalardan birkaç tane çektim.
  Çat Köprüsü’ne geldik, derenin suyu her zamankinden fazla idi. Karlar yeni eriyor, yağmurlar devam ediyor ondan olmalı… Köprü üzerinde pozlar verdik. Aşağıya ayaklarımızı uzatıp altta akan hırçın Fırtına Deresi’ni seyrettik. Güneş iyice ısıtmaya başlamıştı. Halbuki haberler bu bölge için yağmur uyarısı vermişti. İklim bile bizim bu doğa sevgimiz yanında güneşi hak ettiğimizi düşündü…Bir hafta boyunca Samsun’da göremediğimiz güneş meğer buraya kaçmıştı!...Öyle ki geri dönüp Toşi’nin dere kenarında çay içip güneşlendik, Samsun’daki arkadaşlardan gelen haberlerde orada hava kapalıymış…J))
    Gito’ya doğru yola çıktık, biz tırmandıkça sis arttı.Şimşir ve çam ağaçları arasında sisin görüntüsü ormanın gizemini artıyordu. Ağaçları saran parazit bitkiler, sarmaşıklar, eğrelti otları ve yöresel adıyla Nayino türküsüne girmiş ‘’Derdimi yazacağum da komar yapraklarina’’ denen sarı orman gülleri egzotizmi güçlendirircesine araç ilerledikçe sislerin arasından bir görünüp bir kayboluyorlar ve o sırada arabada isteklerimiz üzerine Ufuk’un hazırladığı Karadeniz Türküleri çalıyor…İnsan daha ne isteyebilir ki!... Sağlığımız, zamanımız ve buraların güzelliklerini fark edip değerlendiren aklımız olduğu için şükretmemiz gerekiyor diye düşündüm yol boyunca… Kimileri maliyet diyecek ama inanın maliyet bu güzelliklerin yanında çok değersiz kalıyor…Ormanın derinliklerinde komarlar içinde fotoğraf çektik, grup fotoğrafı çektirdik… Yolda Dilek Hicaz şarkılar mırıldandı.’’Ağlamışım gülmüşüm’’…J))
   Öğlenleyin Gito’ya sisle birlikte geldik. Klasik balkon fotoğraflarımızı çektirdik. Serhan ve yeni gelen Kadir arkadaşımız bize çay hazırlamışlar.Sis biraz açılınca yukarıya doğru yürüdük.Yine çisede damla fotoğrafı çalıştık…Fakat sis yine bastırdı, biz de Koçira Pansiyo’na geri dönüp bulutlar üzerindeki balkonunda keyif yaptık, karşıda zirveleri henüz karlı dağları izleyerek sohbet ettik.
   Yine Koçira akşamında şarkılar söylüyor kendimizden geçiyoruz. Erkeklerle birlikte karşılıklı kanon yapıyoruz. Eski anılarımızı hatırlıyor ve gülümsüyoruz…
    Sabah beş gibi uyandık, sisten göz gözü görmüyordu. Altı gibi hava açtı.Biz de sabah serininde geçen sene ışık huzmelerini çektiğimiz dağları karşıdan seyreden yamaca yürüdük. Yaylanın köpeği Zagor geçen seneki gibi yine yanımıza koştu bizle birlikte yamaca yürüdü. Beyaz çoban köpeği Zagor fotoğraflarımıza güzellik kattı. Yamaca vardığımızda karşı dağların dorukları sisler arasından bir görünüp bir kayboluyorlardı. Yerde beyaz ve pembe orman gülleri karşıda zirveleri bulutlu dağlar bende sonsuzluk hissi uyandırıyor ve huzur veriyordu. Bu anı hissederken ‘’iyi ki gelmişim.’’ dedim bir kez daha….
   Koçira’ya döndük, kahvaltı yaptık, balkonundan ‘’sanki her karesini aklıma yazmak istercesine’’ bir kez daha o manzarayı seyrettim…
   Vedalaştık ama aslında bizimkisi veda değildi. Onlar orada oldukça bizde de bu doğa sevgisi var oldukça bu ayrılışlar hep borçlu kalacak…
   Aşağıya indikçe hava açtı, güneş göründü ve Elevit Yaylası’na gitmeye karar verdik. Hamit bize eşlik etti. Elevit’e vardığımızda nüfus belirsiz tabelasıyla karşılaşan arkadaşlar şaşırdılar. Bu yaylalarda kışın kimse olmuyor, buranın sakinleri kışı büyük şehirlerde geçirirken havalar ısınınca mayıs ayından itibaren buralara geliyor, eylül ayında havalar soğuyunca tekrar bırakıp gidiyorlar… Vardığımızda kar sularıyla beslenip gürleşen derenin sesi öylesine yüksekti ki  birbirimizi duyamıyorduk. Etraf yeni yeşermiş, yağmur sularıyla ıslanıp yıkanmış yeşil örtüsüyle otlar güneşte parlıyor, aralarında sarı komarlar motifler oluşturuyor,ahşap evlerin gri çatıları güneşte parlıyor, karşı dağların zirvelerinde kar hala dururken tepelerde inekler otlanıyor, sis bulutları ara ara manzarayı bir kapatıp bir açıyordu. Biz ise burada olmanın keyfini bir kez daha tadıyorduk.
   Hatice’nin yeğeni Sırma yayla gezisine ilk defa geliyormuş. Yöreye uydu, yöresel bir eşarp bağladı ve bize hem pencereden bakarak hem de orada yaşayan oduncu dedenin torunu misali poz verdi. Halinden memnun görünüyordu. Onun da kanına işlemiştik yayla sevgisini, artık fırsat buldukça gelecektir sanıyorum...
   Elevit’ten ayrıldık, Fırtına Vadisi boyunca aşağıya inerken yağmur çiseliyordu. Bu doğa yeşilini bu yağmura borçluydu. Zilkale’ye yaklaştıkça yola döşenen küçük parke taşların arasından yoğun yağmur sonucu yeşermiş otlar,tüm yolu açık yeşil bir örtü misali kaplanmış, sağlı sollu yeşil ağaçlar, karşıdan puslu görünen çise yağmur, ilerledikçe kıvrılarak yeni manzaralara gebe yol karşımızda bir doğa şölenine dönüşüyordu…
   Hamit ile vedalaştık. Sahile inip Pazar ilçesinden her yolumuz geçtiğinde mutlaka uğradığımız Balıkçı Lokantası’nda balık çorbası, balık ve laz böreği yemeden geçmek olmazdı. Düşündüm de bir yıl içinde dördüncü kez burada balık yemişim. Samsun’da acaba hangi balık lokantasında bir yıl içinde dört kez balık yiyoruz. Pazar’dan geçerken mutlaka uğrayın diyeceğim yer burası…
   Bir yayla gezisi daha sona erdi. Bu sefer dağları çok bekletmeyeceğimize söz vererek ayrıldık onlardan.Biz de bu doğa sevgisi, Karadeniz’imizin yaylaları da bu kadar doğal kaldıkça biz seni fazla bekletmeyiz dağlar…..
                                                                  ESRA TÜRKDÖNMEZ









    
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder