ZİGANA GEÇİT
VERDİ
Yine bir hafta sonu ve yine yollardayız. Bu
aralar hafta sonlarının ritüeli haline gelen gezi etkinliğinde rotamız bu defa Sümela
ve Zigana Geçidi oldu.
Gece 24 sıralarında başlayan yolculuğumuzda
ilk durak sabahın erken saatlerinde Maçka idi. Kahvaltıdan sonra Sümela
Manastırı’na ilerledik. Kış kendini hissettirmeye başlamıştı burada. Yukarı
manastıra yürümeyi göze alan küçük bir grup patika yoldan yürürken sonbaharın
son demlerini kışa bırakmaya hazırlandığını izliyorduk. Ağaçlardaki son direnen
yapraklar da yere düşmüş, güneş ışığı çıplak dalların arasından nemli toprakta
çürümeye başlamış kızıllı sarılı yaprakları ışıldatıyor, ağaç kökleri patika
yolu sarmış, yapraklara inat yaşama sıkı sıkı tutunmayı anlatıyor. Dalların
arasından görünen sarp kayalıklara inşa edilmiş Sümela Manastırı hayata,
insanların yıkıcı girişimlerine ve imkansızlıklara inat yüzlerce yıldır ayakta
kalmanın önemini dağlara haykırıyor tüm ihtişamıyla. Yol zorluydu soğuğa rağmen
terledik ve berelerimizi eldivenlerimizi ve hatta montumuzu çıkarıp yürümeye
devam ettik. Yolda birbirimize modellik yaptık kah güldük kah yorulduk ama
eğlendik ve zorlu parkurun sonunda manastıra ulaştık.
Asıl adı Meryem Ana olan manastır Sümela adını
Rumca’dan almış. M.S. 395 yıllarında inşa edildiği tahmin ediliyor. O günden
bugüne dik bir yamaçta ayakta durabilmeyi insanlara anlatıyor. Fotoğraf çektik
çektirdik modellik yaptık ve Sümela’dan ayrıldık. Dönüşte yine aynı grup bu
defa Arnavut taşlı araç yolundan aşağıya manastırı karşı cepheden çekerek
indik. Yorulmuştuk, öğle yemeğini Maçka’da yiyip Zigana yoluna devam ettik.
Trabzon ile Gümüşhane arasındaki dağların
geçit veren tek noktası 2050m rakımdaki Zigana Geçidi’nde Gümüş Kayak
Merkezi’ne indiğimizde keskin bir soğuk ve rüzgar ile karşılaştık. Kar sadece
kuzey yamaçlarında varken güneşin sıcak cazibesine dayanamayan güney
yamaçlarında erimişti. Otele yerleştikten sonra uzun zamandır kar görmemiş bir
Samsunlu olarak hemen karlı tepeye tırmandık. Karşıda birbirini kesen
eteklerinde yeşil çam ormanlarıyla zirveleri karlı dağları izlerken ayağımın
altındaki karın çıkardığı o sesi dinlemek huzur vericiydi. Soğuğa rağmen herkes
mutluydu ki birbirlerine poz veriyor, karda zıplıyor, karşı karlı dağları
seyrederken gülümsüyor, çocuklar gibi eğleniyordu. Belki de biz kentin sıkıcı
tekdüze yaşamından boğulmuşluğun sonunda özgürleşebildiğimiz yerler arıyor ve kentlerde
bir yerlerde unutulmak zorunda bırakılan çocukluğumuzu hatırlayabildiğimiz için
buralarda mutluyduk.
Soğuktu ve rüzgar soğuğu bir kat daha
artırıyordu ama manzara muhteşemdi. Bir süre sonra güneş bulutların arasından
tüm kızıllığıyla batmak üzereyken ışığının huzmeleri dağların doruklarını
sıyırarak bir tepeden diğer tepeye geçiyor. Gittikçe artan soğuk bedenimizi
üşütürken güneşin ışık şöleni ruhumuzu ısıtıyordu. Güneş batmasıyla soğuk iyice
kendini hissettirdi. Hemen otele girdik.Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği
için aşağı indik. Sobanın başında ısınırken sonradan lakabının Jet Ali olduğunu
öğrendiğim konuşması hareketleriyle tipik bir kişilik olan Ali Bey ile
karşılaştım. Meğer burada hafta sonları şarkı söylüyormuş. Gece boyunca
şarkılar söyledi ve kahramanının kendisi olduğu fıkralar anlattı. İlerleyen
saatlerde salona patenle girerek şov yaptı, herkesin dikkatini üzerine çekmeyi
ve ertesi gün boyunca da yaptıklarıyla gündemde kalmayı başardı.
Sabah güneşli fakat keskin bir soğuk vardı. Çok fazla kar olmasa da
kırağı yerleri bembeyaz yapmış, soğuktan arabaların camları buz tutmuştu.
Kahvaltıdan sonra dışarı fotoğraf çekmeye indiğimizde rüzgar soğuğu bir kat
daha hissettiriyor derken Jet Ali’nin kısa kollu tişörtüyle üstü açık arabasını
sildiğini görünce şaşkınlıktan göz bebeklerimiz büyüdü. Dernek lakabını Aykırı
Adam olarak değiştirirken bu durumu gören arkadaşlarımızın ağızlarından ‘’aaaaa
arabası da aykırı imiş’’ sözleri dökülüverdi. Jet Ali bizleri şaşırtmaya devam
ediyordu. Otobüsümüzün önünden o soğukta üstü açık arabası ve tişörtüyle tozu
dumana katarak gitti derken bir de baktık ileriki tepede durmuş bize el
sallıyordu. Tüm otobüs şaşkınlıktan o tarafa baktık, sonra Torul ayrımı tünel
girişinde tepede arabadan inip pateni ile bize gösteri yapmaya devam ederken o
soğukta üzerinde hala ince tişörtü vardı. Tüm bayanlar ilginçtir aykırı
arabanın yanında ve üzerinde daha sonra neden yaptığımızı bir türlü
anlamayacağımız pozlar verdik. Bu pozlar dönüş yolunda sohbetlerin ve
kahkahaların nedeni oldu.
Torul tarafına devam edip Kürtün üzerinden Tirebolu sahili rotamızdı.
Harşit Çayı’nın aktığı Harşit Vadisi’nden ilerliyorduk. Vadinin kenarında
konuşlanmış köyler ve taraçalar eğik güneşte güzel aydınlanıyor, koyulu açıklı
kontrast vererek güzel kareler oluşturuyordu.Yaprağını dökmüş gri dallarıyla
ağaçları görünce ‘’Burayı sonbaharın renkleriyle görmeliyiz.’’ demekten kendimi
alamadım.
Zikzak yollardan aşağıya inerken hava ısınıyor, kar sadece dağların
zirvelerinde kalıyordu. Kürtün’de çay molası verdik, Hemen evde pişirip yediğim
ve yolunuz Kürtün’e düşerse mutlaka alın diyebileceğim Kürtün fasulyesi, Kürtün
ekmeği ve köme aldık. Kürtün’ün ortasından, bize yol boyunca rotamız olacak
Kürtün Çayı akıyordu. Derin bir vadiden ilerleyerek Tirebolu’ya indik. Tirebolu
Kalesi’ne çıkıp şehri ve limanı fotoğrafladık. Akşam yemeğimizi burada yiyerek Samsun’a
doğru ilerledik.
Etrafıma baktım herkesin elinde cep telefonu, otobüsün içinde dahi
birbirimize mesaj atıyor gezinin fotoğraflarına beğeni yapıyoruz. Gezinin son
güzel sözü Ender Bey’den geldi. ‘’Facebook yakınları uzak, uzakları yakın
eder’’ Evet ne de çabuk uymuştuk şehrin havasına, oysa ne de mutluyduk
dağlarda. Sanırım orada bir şeyleri bırakıp geldik. Hadi yine gidelim
unuttuklarımızı almaya…
ESRA
TÜRKDÖNMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder