14 Kasım 2015 Cumartesi

ZİGANA VE SÜMELA ARALIK 2014

          
                          ZİGANA GEÇİT VERDİ
    Yine bir hafta sonu ve yine yollardayız. Bu aralar hafta sonlarının ritüeli haline gelen gezi etkinliğinde rotamız bu defa Sümela ve Zigana Geçidi oldu.
    Gece 24 sıralarında başlayan yolculuğumuzda ilk durak sabahın erken saatlerinde Maçka idi. Kahvaltıdan sonra Sümela Manastırı’na ilerledik. Kış kendini hissettirmeye başlamıştı burada. Yukarı manastıra yürümeyi göze alan küçük bir grup patika yoldan yürürken sonbaharın son demlerini kışa bırakmaya hazırlandığını izliyorduk. Ağaçlardaki son direnen yapraklar da yere düşmüş, güneş ışığı çıplak dalların arasından nemli toprakta çürümeye başlamış kızıllı sarılı yaprakları ışıldatıyor, ağaç kökleri patika yolu sarmış, yapraklara inat yaşama sıkı sıkı tutunmayı anlatıyor. Dalların arasından görünen sarp kayalıklara inşa edilmiş Sümela Manastırı hayata, insanların yıkıcı girişimlerine ve imkansızlıklara inat yüzlerce yıldır ayakta kalmanın önemini dağlara haykırıyor tüm ihtişamıyla. Yol zorluydu soğuğa rağmen terledik ve berelerimizi eldivenlerimizi ve hatta montumuzu çıkarıp yürümeye devam ettik. Yolda birbirimize modellik yaptık kah güldük kah yorulduk ama eğlendik ve zorlu parkurun sonunda manastıra ulaştık.
  Asıl adı Meryem Ana olan manastır Sümela adını Rumca’dan almış. M.S. 395 yıllarında inşa edildiği tahmin ediliyor. O günden bugüne dik bir yamaçta ayakta durabilmeyi insanlara anlatıyor. Fotoğraf çektik çektirdik modellik yaptık ve Sümela’dan ayrıldık. Dönüşte yine aynı grup bu defa Arnavut taşlı araç yolundan aşağıya manastırı karşı cepheden çekerek indik. Yorulmuştuk, öğle yemeğini Maçka’da yiyip Zigana yoluna devam ettik.
   Trabzon ile Gümüşhane arasındaki dağların geçit veren tek noktası 2050m rakımdaki Zigana Geçidi’nde Gümüş Kayak Merkezi’ne indiğimizde keskin bir soğuk ve rüzgar ile karşılaştık. Kar sadece kuzey yamaçlarında varken güneşin sıcak cazibesine dayanamayan güney yamaçlarında erimişti. Otele yerleştikten sonra uzun zamandır kar görmemiş bir Samsunlu olarak hemen karlı tepeye tırmandık. Karşıda birbirini kesen eteklerinde yeşil çam ormanlarıyla zirveleri karlı dağları izlerken ayağımın altındaki karın çıkardığı o sesi dinlemek huzur vericiydi. Soğuğa rağmen herkes mutluydu ki birbirlerine poz veriyor, karda zıplıyor, karşı karlı dağları seyrederken gülümsüyor, çocuklar gibi eğleniyordu. Belki de biz kentin sıkıcı tekdüze yaşamından boğulmuşluğun sonunda özgürleşebildiğimiz yerler arıyor ve kentlerde bir yerlerde unutulmak zorunda bırakılan çocukluğumuzu hatırlayabildiğimiz için buralarda mutluyduk.
  Soğuktu ve rüzgar soğuğu bir kat daha artırıyordu ama manzara muhteşemdi. Bir süre sonra güneş bulutların arasından tüm kızıllığıyla batmak üzereyken ışığının huzmeleri dağların doruklarını sıyırarak bir tepeden diğer tepeye geçiyor. Gittikçe artan soğuk bedenimizi üşütürken güneşin ışık şöleni ruhumuzu ısıtıyordu. Güneş batmasıyla soğuk iyice kendini hissettirdi. Hemen otele girdik.Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için aşağı indik. Sobanın başında ısınırken sonradan lakabının Jet Ali olduğunu öğrendiğim konuşması hareketleriyle tipik bir kişilik olan Ali Bey ile karşılaştım. Meğer burada hafta sonları şarkı söylüyormuş. Gece boyunca şarkılar söyledi ve kahramanının kendisi olduğu fıkralar anlattı. İlerleyen saatlerde salona patenle girerek şov yaptı, herkesin dikkatini üzerine çekmeyi ve ertesi gün boyunca da yaptıklarıyla gündemde kalmayı başardı.
    Sabah güneşli fakat keskin bir soğuk vardı. Çok fazla kar olmasa da kırağı yerleri bembeyaz yapmış, soğuktan arabaların camları buz tutmuştu. Kahvaltıdan sonra dışarı fotoğraf çekmeye indiğimizde rüzgar soğuğu bir kat daha hissettiriyor derken Jet Ali’nin kısa kollu tişörtüyle üstü açık arabasını sildiğini görünce şaşkınlıktan göz bebeklerimiz büyüdü. Dernek lakabını Aykırı Adam olarak değiştirirken bu durumu gören arkadaşlarımızın ağızlarından ‘’aaaaa arabası da aykırı imiş’’ sözleri dökülüverdi. Jet Ali bizleri şaşırtmaya devam ediyordu. Otobüsümüzün önünden o soğukta üstü açık arabası ve tişörtüyle tozu dumana katarak gitti derken bir de baktık ileriki tepede durmuş bize el sallıyordu. Tüm otobüs şaşkınlıktan o tarafa baktık, sonra Torul ayrımı tünel girişinde tepede arabadan inip pateni ile bize gösteri yapmaya devam ederken o soğukta üzerinde hala ince tişörtü vardı. Tüm bayanlar ilginçtir aykırı arabanın yanında ve üzerinde daha sonra neden yaptığımızı bir türlü anlamayacağımız pozlar verdik. Bu pozlar dönüş yolunda sohbetlerin ve kahkahaların nedeni oldu.
    Torul tarafına devam edip Kürtün üzerinden Tirebolu sahili rotamızdı. Harşit Çayı’nın aktığı Harşit Vadisi’nden ilerliyorduk. Vadinin kenarında konuşlanmış köyler ve taraçalar eğik güneşte güzel aydınlanıyor, koyulu açıklı kontrast vererek güzel kareler oluşturuyordu.Yaprağını dökmüş gri dallarıyla ağaçları görünce ‘’Burayı sonbaharın renkleriyle görmeliyiz.’’ demekten kendimi alamadım.
  Zikzak yollardan aşağıya inerken hava ısınıyor, kar sadece dağların zirvelerinde kalıyordu. Kürtün’de çay molası verdik, Hemen evde pişirip yediğim ve yolunuz Kürtün’e düşerse mutlaka alın diyebileceğim Kürtün fasulyesi, Kürtün ekmeği ve köme aldık. Kürtün’ün ortasından, bize yol boyunca rotamız olacak Kürtün Çayı akıyordu. Derin bir vadiden ilerleyerek Tirebolu’ya indik. Tirebolu Kalesi’ne çıkıp şehri ve limanı fotoğrafladık. Akşam yemeğimizi burada yiyerek Samsun’a doğru ilerledik.
      Etrafıma baktım herkesin elinde cep telefonu, otobüsün içinde dahi birbirimize mesaj atıyor gezinin fotoğraflarına beğeni yapıyoruz. Gezinin son güzel sözü Ender Bey’den geldi. ‘’Facebook yakınları uzak, uzakları yakın eder’’ Evet ne de çabuk uymuştuk şehrin havasına, oysa ne de mutluyduk dağlarda. Sanırım orada bir şeyleri bırakıp geldik. Hadi yine gidelim unuttuklarımızı almaya…
                                                                                 ESRA TÜRKDÖNMEZ















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder