13 Kasım 2015 Cuma

FIRTINA DERESİ HAZİRAN 2014

                       

                               BENİM GÖZÜMDEN YAYLALAR                                                                              HAZİRAN 2014

    Bu geziyi bir yıldır büyük bir hevesle istekle bekleyen, hayal eden yirmi doğasever arkadaş 24 Haziran Salı akşamı Samsun otogarında buluşup yola çıktık. Sabah 4 sularında alacakaranlıkta Rize’nin Pazar İlçesi’nde bizi, önceden de tanıdığımız kaptanımız Hamit ve arkadaşı Yunus karşıladılar.İki minibüs dört gece beş gün sürecek olan serüvene başlamak için Fırtına Vadisi’ne doğru yola çıktık.
   Sabah altı sıralarında Pokut Yaylası’na vardığımızda sis ve çiseden göz gözü görmüyordu.Özgür Kadın Firdevs’in! işlettiği Demircioğlu Pansiyon’a valizlerimizi o yağmurda ıslanmış otlar arasından taşımak hem zor hem de keyifli idi. Kahvaltıdan önce Pokut’u karşıdan seyreden tepeye tırmandık ama sisten ne Pokut görünebiliyordu ne de yanımdaki arkadaşlar.Sis ara ara Pokut’un evlerini görmemize izin verse de karşı dağları göstermiyordu bizlere. Biraz sis biraz makro fotoğraflar çekip makinemizi ve fotoğraf aşkımız besledikten sonra sıra kendimize gelmişti. Karadeniz’in sert ve haşin iklimini karakterinde görebildiğimiz Özgür Kadın Firdevs’in hazırladığı kuymak ve zengin kahvaltı hoş sohbetle geçti.
 Güne erken başlayınca zaman geçmiyor, dışarıda hızını artıran yağmur, bize de sedirlerde oturup gitar eşliğinde yanan sobanın sıcaklığında şarkı söylemekten başka seçenek bırakmıyordu. Biz şarkılar söylerken çatının saclarına vuran yağmur sesi bize eşlik ediyordu.
 Saat ilerliyor fakat yağmur durmuyordu, biz de yağmurluklarımızı tozluklarımızı giydik fotoğraf makinemizi aldık hızını biraz azaltarak bize eşlik eden yağmurda orman içinden Sal Yaylası’na doğru yürümeye başladık. Sal Yaylası’na vardığımızda yağmur hızını azaltmış fakat sis aynı kararlılığıyla devam ediyordu.Ufuk Bey ve ben birkaç su damlasında görüntü yakalamakla uğraşırken siste arkadaşları kaybettik. Sonra Mukaddes, ben, Murat D. ve Ufuk Bey köknar ormanının içinden sisin oluşturduğu gizemli görüntülerle kuş seslerinin eşlik ettiği bir rüyanın içindeydik ki tüm rüyalar gibi kısa sürdü, gözlerimizi açtık ve Pokut’a varmıştık. Akşam yemek, müzik ve fotoğraf dersi ile dolu dolu geçti.
   Sabah dünün tersine Pokut bize güneşli yüzünü gösterdi. Sabah 4.30’da açık bir gökyüzüne uyandık, hemen üzerimizi giyip makinelerimizi alıp yaylaya hakim tepeye tırmandık, akşamki yağmurun bıraktığı çiğ yeşilin üzerinde eğik ışıkta parlıyor bize fotoğraf için göz kırpıyordu. Otlardan geçerken paçalarımız hatta pantolonlarımız çiğden ıslanırken biz de tepeye ulaşmıştık. Güneş yavaş yavaş önce dağlara ulaştı, dağın eteklerinde bulutlar arasından süzülerek evleri tek tek geçti, muhteşem bir görüntü silsilesini gören gözlerim, hisseden ruhum ‘’neden buradayım’’ sorusuna verilecek yanıtlardan sadece bir tanesiydi…
  Biraz da detay görmek gerekiyordu. Küçük dünyalara saklanmış kendi küçük sakladığı umutlar, sevgiler, görüntüler büyük damlalar…Ferşatla Dilek’in aşkını, bir çiçeğin o muhteşem sarısını kırmızını, Neşe’nin gülümsemesini J , arkada güneş ışığından kristalize olmuş birçok damlanın parlamasını, belki bizim bakıp da göremediğimiz, görüp de söyleyemediğimiz birçok güzel şeyi içinde barındıran o küçük damlalar...Makrolar…
   Kahvaltıdan sonra Pokut’tan ayrılık vakti gelmişti.Zik zak yollardan köknar ormanları arasından Fırtına Vadisi’ne indik. Selçuk’un yeri Fırtına Pansiyon’a uğradık.Şenyuva Köyü’ne yürüdük,Sevdaluk dizisinin afişleri hala köyün girişinde duruyordu, muhtarın evine selam verdik, oradan tarihi Şenyuva Köprüsü üzerinde birkaç fotoğraf çektik. Taş köprü üzerinde sıralanıp grup fotoğrafı almayı da unutmadık.Oradan Fırtına Deresi kenarına kurulmuş köy kahvesine oturup akan derenin sesi eşliğinde kahvelerimizi içip sohbet ettik biraz dinlendik, biraz fal bakıp güldük…
  Gito Yaylası’na gitmek için yine zikzak yollar çam ormanlarını aştık, rakım yükseldikçe bitki örtüsü değişiyor, ormanlar azalıyor, yerini yeşil otlar arasında sarılı morlu pembeli dağ çiçeklerine bırakıyorlardı. Koçira Pansiyon’a vardığımızda Serhan ve arkadaşları bizi her zamanki misafirperverlikleriyle karşıladılar.Koçira’nın o özlediğimiz balkonunda keyif yapmak, karşıdaki karlı dağları Fırtına Vadisi’ni akşamın soft ışığında çayımızı yudumlayarak kuş misali seyretmek dört yıldır beklediğimiz anlardan biriydi. Hemen makinelerimizi alıp sırayla bu güzel manzarada fotoğraf çektirmeyi de unutmadık. Aldığımız kumanyalarla balkonda bir şeyler yedik.
  Gito’da oturmak olmazdı, yürüyüş için Gito’nun yukarılarına tırmanmaya başladık. Biz Z yollardan tırmanırken pembeli beyazlı komarlar, sarılı düğün çiçekleri, turuncu gelincikler, Pembeli morlu çuha çiçekleri(primulalar), papatyalar bize eşlik ediyor her bir virajda aşağıdaki vadinin, zirveleri karlı, etekleri köknar ormanı dağların görüntüsü değişiyordu. Yaklaşık 2500m rakıma iki buçuk saatlik bir yürüyüşle ulaştık. Toprağa halı gibi serilmiş sık otların bulunduğu bir düzlüğe çıkıp ayakkabılarımızı çıkarıp ayağımızı toprağa değdirip uzandık. Gözlerimi kapatıp uzandığım o beş dakika rüya ile gerçeğin, doğru ile yanlışın, aklımla kalbimin, cismimle ruhumun birbirine karıştığı o an, yelkovanla akrebe kızdığım ender anlardan biriydi… Akşam oluyor güneş iyice eğilmiş,dağ silsilelerinin arasından batıyor, batarken de kızıllığını geride bırakıyordu.
  Bizi unutulmaz bir Koçira akşamı bekliyordu. Yemekten sonra Koçira’nın otantik döşenmiş odasında günün yorgunluğunu atmak için çaylarımızı aldık ve sedirlere uzandık. Biraz sonra Murat Danacı gitarını aldı, bir şeyler çalıp söylerken arkadan Serhan sesiyle,diğer arkadaş bağlamasıyla Abdullah Hoca oradan aldığı tef ile katıldı, biz de sesimizle eşlik ettik, gece yeni başlıyordu. Yöresel türkülerden Karmate’ye, Kazım Koyuncu’ya, Zülfü Livaneli’den Cem Karaca’ya hepsini andık. Gece o kadar güzeldi ki ruhumun ve bedenimin tüm hücrelerinde hissederken bunu dile getirecek sözcüklerin çaresizliğinin ne kadar acı olduğunu düşünmek ne kadar da tezat iki duyguydu… Kah şarkılar söylüyor kah bu anları kameraya kaydediyorduk. Gece ilerlemişti biraz da balkonda müziğe devam ettik. Hava serin gökyüzü açık binlerce yıldız ve samanyolu kum gibi dizilmiş sanki bizi dinliyorlar, gecemize eşsiz görüntüleriyle renk ve ışık katıyorlardı…
     Sabah beşte uyandım. Burada kaçta yatarsak yatalım erken kalkılıyor. Sayılı ve eşsiz günlerimizi dakikalarımızı uykuda geçirmek bu anlardan çalınmış zamanlar düşüncesi olsa gerek erkenden uyanıp günlerimizi dolu dolu geçirdik… Gito’dan yukarı tepeye serin sabah havasında tek başıma yürüdüm. Yaylayı yukarıdan seyrettim ve derin nefes alıp tüm hücrelerimde hissederek burada olduğuma inanmak istedim…
    Pansiyona geldiğimde bazı arkadaşlar yeni uyanmışlardı. Ben, Ufuk , Murat , Dilek, Selma  birlikte yaylanın diğer tepesine yürüdük. Güneş yeni doğuyor, dağların zirvelerinden, bulutların arasından geçerken oluşturdukları ışık huzmelerinin eşsiz görüntüsü etrafta birçok çiçek ve alabildiğine yeşilin tonları; işte her şeyi geride bırakıp hayatı sıfırlayabildiğimiz kısacık anlardan biri. Bu güzelliğe yaylanın köpekleri de eşlik ettiler. Bu anı fotoğraf karelerimize kaydetmeden olmazdı. Birbirimize poz verip ters ışıkta güzel fotoğraflar yakaladık.
   Kahvaltıdan sonra Ambarlı Yaylası’na minibüslerle çıktık. Oradan Balıklı Göllere gitmek için iki grup oluşturduk. Bir grup en yukarıdaki üçüncü göle Balıklı Göl’e kadar çıkacak, diğer grup birinci gölde kalacak. İlk gölün yolu çok dik ve yorucuydu fakat manzara bu yorgunluğu unutturuyordu. Biz tırmandıkça açısı değişen zirveleri karlı Kaçkar Dağları, bir tarafta kar sularının erimesiyle oluşmuş küçük çayların şiirimsi sesi, turuncu gelincikler, pembeli çuha çiçekleri, sarılı düğün çiçekleri daha birçok endemik çiçekler, ara ara inen sisin oluşturduğu eşsiz manzara, kayalık dik yamaçtan tırmanırken yorgunluğumuzu unutturdu ki nefesimiz kesilse de şarkı mırıldanmaktan kendimizi alamıyorduk, sırtımızdaki ağır fotoğraf çantalarına rağmen…Bir de susadıkça kenarlardaki kar birikintilerini eşip haziranın bu son günlerinde temiz kardan yemek ve şişelerimize doldurmanın tadı da bir başkaydı. Birinci göle ulaştığımızda Abdullah Hoca, Ufuk Bey ve Nurşen Hanım bir kısmı hala buz olan göle çığlıklar içinde girdiler. Bizler ancak göldeki yansımaları izlemek ve fotoğraflamakla yetindik. Bir grup birinci gölde kalırken bizler diğer göllere tırmandık, ikinci gölün yansımaları çok güzeldi, yanda donmuş küçük bir göl ve en son 3000m yükseklikteki Balıklı Göl. 2400m rakımdan 3000m’ye molalarla yaklaşık üç saatte çıkmıştık. Biz yükseldikçe sis arkamızdan geliyordu. Acıkmıştık, göl kenarında kumanyalarımızı çıkardık, kurabiyeler çikolatalar ve fotoğraf karelerinde yerini alarak sansasyon yaratan salatalıklar azığımızdı. Sis artmadan dönüş yoluna geçmeliydik. Yaklaşık iki saatte Ambarlı Yaylası’na indik.9.1 km’yi toplam beş saatte çıkıp inmiştik.
  Çat Vadisi’ne indik ve Fırtına Deresi kenarında daha önce birçok kez konakladığımız Toşi Pansiyon’a geldiğimizde ancak yorulduğumuzu anlamıştık. Akşam yemeği arkasından yanan ateşin yanında sohbetler ve Fırtına’nın hırçın sularının çıkardığı ses unutulmazdı.
  Bu sabah unutulmaz bir gün daha başladı. Kaptanımız Hamit daha önce hiçbir grubu götürmediği bir Hemşin Yaylası olan kendi yaylası Cahpeyk Yaylası’na çıkardı bizleri. Çermeşk Vadisi’nden geçerken karşı sarp ve karlı dağların görüntüsü yeşilin üzerine kalemle çizilmiş gibiydi. Biraz da araya vadide dağların birbirini kesen eteklerini ekleyelim yayla evlerinin güneşte parlayan gri çatılarını unutmayalım, dağların rengarenk çiçeklerini serpiştirelim, mavi gökyüzüne beyaz pamuktan bulut olmadan olmaz, bir de dağların unutulmazı sisi de eklersek tablo tamamlanmış olur, ya kaleme alınamayan duyguları nasıl çizelim tuvale!!!
    3000m’den yüksekteki Cahpeyk Yaylası’na vardığımızda taş duvarların bir kısmı yıkılmış, terkedilmiş yayla evlerini gördük. Sisin dahi ulaşamadığı yaylalara insanlar da zamanla ulaşmaktan vazgeçmişler sanırım. Fakat etrafta bu zor hava koşullarında yaşamak için direnen çuha çiçekleri vardı. Yaylaya kısa süre de olsa yaşam getirmiştik, evlerin duvarların çıkıp horon oynadık, fotoğraf çektik, çektirdik. Mukaddes bir evin duvarına çıkmış bu muhteşem manzarada kendinden geçmiş yoga yaparken ben de onu fotoğraflıyordum ki arkadan bir çığlık koptu. Döndüğümde Hatice duvarın birinde kayan taşlardan düştü ve bileğini kırdı. Biraz moralimiz bozulsa da arkadaşımızın iyi olması bize teselli oldu. Yayladan inerken biraz aşağıda sis bizi bekliyordu, siste çuha çiçekleriyle güzel fotoğraflar çektik. İndikçe bitki örtüsü değişiyor, çiçek çeşidi ve sayısı artıyor, aracımızda herkesin numara söyleyerek seçtiği şarkılar çalıyor, (Gülay’dan ‘’Cesaretin Var mı Aşka’’,Karmate’den ‘’Nayino’’,arkasından sanat müziğinden ‘’Gözlerini gözlerimden ayırma hiç’’)biz müziğe eşlik ederek bu muhteşem doğa şölenin seyredip kıvrılan yollardan aşağıya iniyorduk. Allahım! bu nasıl bir mutluluktu. Şu an bu yazıyı yazarken dahi o anları yaşıyor ve adrenalinimin yükseldiğini hissediyorum.
    Akşam Toşi Pansiyon’a geldik, son gecemizdi, yemekten sonra tulum eşliğinde horonlar oynadık, şarkılar söyledik, ateşin başında oturduk.
   Son gün yağmur çiseliyordu. Biz de dere kıyısında biraz damla biraz çiçek böcek çektik.Dere boyunca yürüdük. Öğle saatlerinde Toşi Pansiyon’a veda ettik, toplu hatıra fotoğrafı çektirip ayrıldık ve dönüş yoluna geçtik. Hamit bizi kendi köyü olan Pazar’ın Hacapit Köyü’ne(Subaşı Köyü) götürdü. Çay toplayan köylülerle selamlaştık, yıllar sonra çay tarlalarında fotoğraf çektirdim. Hamit’in oğlu Doruk babasının gönlünün olduğu doruklardan almış ismini çok sevimliydi. Ailesi bize çay ikram ettiler. Son akşam yemeğini Pazar’da Balık Evi Restorant’ta yedik. Yöresel balık çorbası, mezgit kızartma ve özellikle laz böreği çok lezzetliydi. Pazar terminalinde otobüsümüzü beklerken son horonumuzu da oynayıp Hamit ve Yunus kaptanlarımızla vedalaştık.
  Bir Karadeniz gezisi daha bir sonrakinin ne zaman olacağını düşünüp şimdiden gün saymakla son buldu. Her güzel şey gibi erken bitmişti ya da bize mi öyle geliyordu. Herkesin yüzünde mutlu ve dinlenmiş olmanın verdiği dinginlik ve huzurun yanında ayrılığın burukluğu da okunuyordu.
  Her dakikası ayrı güzel anılarla dolu bu gezimizde SAMFAD ailesi olarak mutluyduk. Bizimle birlikte olan tüm arkadaşlara teşekkürler….
                                                                   ESRA TÜRKDÖNMEZ

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder