MAYALARIN
ÜLKESİ MEKSİKA MEXICO CITY
Meksika’ya ancak ABD
üzerinden aktarmalı ulaşabileceğimiz için ilk olarak on iki buçuk saatlik
İstanbul-Houston uçuşumuzu gerçekleştirdik. Birkaç kere uzun süreli uçuşum
olmasına rağmen THY ile okyanus aşırı uçmanın farkını ilk kez yaşadım. THY
hizmeti konforu ve yemekleri muhteşemdi. Türk lokumu ile hoş geldin açılışı.
Giresun fındığı ve Malatya kayısısı ile devam ikramları. Kuş sütü eksik içecek
servisi, içeride sürekli sıkılıyor ki devam gelen taze sıkılmış portakal suyu
ikramı şaşırtıcıydı. Türk yemekleri, tatlıları ve kahvaltısı ile farkını
gösterdi.
Uçuş sırasında bir
gün içinde iki kere güneşin doğuşuna ve batışına tanık oldum. Saat 14.10’da
İst.’dan havalandık. Kuzey batıya doğru İsveç Norveç üzerinden geçerken hava
karardı. İzlanda’nın kuzeyi ve Grönland’ın ortasında geçerken yine karanlıktı.
Haritadan takip ederken güneşi yakalamaya çalıştığımızı fark ettim. Alaska ve
Kanada’dan güneye yöneldiğimizde güneşi tekrar yakaladık. Houston’a indiğimizde
güneş hala kaçmamıştı.:))
Mexico City’nin
serin sabahına uyandık. Dağlık tektonik bir bölge olan şehir volkanik dağlar
arasındaki göl yatağının kurumasıyla oluşmuş çöküntü bölgesine kurulmuş. Üç gün
sonra şehirden ayrılırken uçaktan baktığımda etrafı volkanik dağlarla sarılmış
bir şehir gördüm. 1985 yılında olan
büyük depremden sonra şehir tekrar kurulmuş. Şehir yılda yaklaşık 200 kere
sallandığından insanlar bu sarsıntılarla yaşamaya alışmış, ben de bir gece
sallandığımızı hissettim. Rakımı iki binin üzerindeki Mexico City’de karasal
iklim görüldüğünden özellikle sabah ve akşam saatlerinde hava sıcaklığı 6-7
dereceye kadar düşüyor ve kalın polar götürmekte fayda var.
Havası Kahire ile
birlikte dünyanın en kirli iki şehrinde biri. Arabayla şehrin kurulduğu çöküntü
alanından yükseldikçe altta kalan smoke denen sis bulutunu görebilirsiniz.
Şehrin kuzeyindeki kondu bölgesinde evler gri beyaz ve iç içe bir görüntü
oluşturuyor. Bu bölgede şehir vergisi ödememek için evlerin boyamıyorlarmış.
Nüfusu yüzölçümüne
göre çok fazla olan 18 milyon kişilik şehirde trafik bir handikap, özellikle
merkezi yerlerde meydanlarda yürümek dahi zor, hırsızlık almış başını gitmiş.
Şehirde en önemli
yerlerden biri olan Frida Kahlo’nun evi de kendisi gibi farklı ve dikkat
çekici. Sıradışı bir kişilik olan Kahlo genelde tercih edilen pastel renkleri
değil yaşamında daha canlı ve parlak renkleri tercih etmiş ve Diego Rivera’dan
boşandıktan sonra ölene kadar yaşadığı bu evini de çivit mavi renge boyatmış. Aşkları
da hayatı gibi çalkantılı olan Kahlo’nun lise yıllarında geçirdiği bir trafik
kazası sonucu sol bacağından giren demir parçası leğen kemiğinden çıkar ve
ölümüne kadar korselerle yaşamak zorunda kalır. Uzun yıllar yatağa bağlı
kaldığından yatağının üzerine koyduğu ayna ile oto portreler çizer. Geçirdiği
sağlık problemlerinden dolayı çocuğu olmayan Frida’nın karnından çocuk çıkan
yatakta kendini çizdiği resmi çocuk özlemini vurgular. Aslında tablolarında
kendi gerçeğini acılarını ve özlemlerini tuvale aktarır Kahlo. Belki de onun
için resim bir anlatım dili bir araçtı hayatını anlattığı. Diego ile çalkantılı
aşkları Diego’nun onu kız kardeşiyle aldatmasıyla yara alır. Frida da evlerine
misafir gelen Troçki ile birlikte olur. Bir kez boşanan çift yine evlenirler.
Salma Hayek’in canlandırdığı Frida filmini Meksika’ya gitmeden önce izleyip her
bir kareyi yerinde görmek ve o anların yaşandığı yerlere tanık olmak, o
yaşamlara girmek güzel bir tecrübe oldu benim için…
Aynı gün Xocimilco
Nehri’nde ticari amaçla açılmış kanalarda rengarenk teknelerle Meksika müziği
eşliğinde gezdik ve ünlü Meksika yemeklerini tattık. Kaldığımız on yedi gün
boyunca Meksika tatlarını denedik. Mısır unu sofralarında önemli bir yere
sahip. Küçük yuvarlak mısır unundan yapılmış tortilla ekmeği arasına acılı
soslardan koyup yiyorlar. Benim gibi mısır ununu pek sevmeyen birisi ancak
sosların baharatlı ve acılı tatları hatırına bu ekmeklerden yiyebilir. Avokadolu
acılı soğanlı peynirli salatası, özellikle çok sevdiğim ve her otelde yediğim
siyah fasulye sosu önerebileceğim güzel lezzetler. Rengarenk tekne gezisi ve
acılı soslardan sonra otobüsümüzün etrafına gelen satıcılardan kızarmış çekirge
alıp yemek benim için ilkler arasında yerini aldı.:)
Meksico City’nin tarihi dokusunun yoğun olduğu
dünyanın üçüncü büyük meydanı Zocalo Meydanı’nda Ulusal Sarayı, 1510’da
başlayıp üç yüz yılda tamamlanan Metropolitan Katedrali,Saat Kulesi, geniş
meydanı ve ortaçağı andıran mimarisi ile Dünya Mirası Koruma listesine alınmış.
Meydanda satıcılar, ilginç kıyafetli insanlar, tütsü yapanlar ve hırsızlarıyla
zengin bir meydan. Hatta kızılderili kıyafetleri ile dans eden bir gruba
rastladık ve onları fotoğrafladık. Meydandan açılan birçok cadde var. Bunlardan
en önemlisi Madero Caddesi hayatımda
gördüğüm en kalabalık cadde diyebilirim. Pantomimler, satıcılar, mağazalar ve
insanlarla yürümek zor, birbirimizi kaybedersek hırsız çetesinin arasında
kalabiliriz. Burada hırsızlık olayları mafyanın elinde ve polisle işbirliği
olduğu aleni dile getirilmese de bilinen bir gerçek.
Ertesi gün Pazar
sabahı şehirde ilerlerken anayolda topluca hoparlörden gelen komutla yüzlerce
insanın parkta ve kapatılan yolun ortasında yoga yaptıklarını gördük. Bazıları
koşu yapıyor bazıları bisiklet sürüyor bazıları köpeğiyle yürüyüşe çıkmış.
İnsan neden benim ülkemde olmasın diye düşünmekten kendini alamıyor.
Tapınakların
bulunduğu Teotihuacan’lardan ismin alan bölgede M.Ö. 1.yüzyılda yapılmış Ay ve
Güneş tapınakları kuzey ve güney doğrultusunda inşa edilmişler. Tapınaklar Ölüler
Yolu denen iki yanında ayin platformlarının bulunduğu , tanrıya adakların
gerçekleştiği geniş tören yolu ile birbirine bağlı.Evet o dönemlerde Mezo
Amerika Kültürü’nde bir çok olay için farklı tanrıların olduğuna ve bu
tanrılara isteklerinin adaklarla gerçekleşeceğine inanılıyormuş. Yaşanan
kuraklıklardan dolayı özellikle yağmur tanrısına en güzel,en genç ve bakire
kızlar tanrıya kurban veriliyor ve yağmur yağdığında tanrının gözyaşlarından
toprağa tohumlar düştüğüne inanılıyormuş. Teotihuacanlar hakkında arkeolojik
kazılardan sonra ortaya çıkarılan glyph harflerinden oluşan hiyeroglif yazılar
ve tabletlerden bilgiler elde edebilmiş. Aztek ve Mayalardan önce bu bölgede
yaşamış ileri kültürlerden olan Teotihuacanların sonu bazı rivayetlere göre
kuraklıktan olmuştur maalesef. Bölgedeki iki tapınağın yönü de güneşe doğru
konumlanmış. Ay Tapınağında her basamak 30-35cm boyunda ve dik bir eğimle
yükseliyor ki bizler yaklaşık yetmiş basamak tırmandık. Yukarıdan meydana ve
tapınaklara hakim manzara insanı tarihin derinliklerinde kaybedebiliyordu.
13 Ağustos 1521’de
bu bölgeyi İspanyollar işgal ettiğinde tapınaklar depremlerden dolayı yer
altında kalmış olduğundan fark edememişler ki her şeyi asimile edip kendi
tarihlerini yazmaya çalışan İspanyollar bu kalıntıları da tarihten
silerlerdi. Ancak 1930’larla başlayan
1970’lerde hızlanan arkeolojik çalışmalarla tarih yeryüzüne çıkarılmıştır.
Dünyanın en ünlü
müzelerinden Ulusal Antropoloji Müzesi’nde arkeolojik kazılarda bulunan heykel,
çömlek, kabartmalar,ok , mızrak v.b eşyalar
sergilenmekte. Aztek takvimi yaklaşık 1200kg. ve devasa boyutu ile heyecan
verici bu yapıtın bir takvim işlevi görmekten çok dünya oluşumunu simgelediği
rivayet edilir. Aztek inanışına göre dünya dört kez daha var olmuş. Dört
yaradılış simgeleyen bölümün çevresinde 20 günden oluşan 18 ay var. Geri kalan
beş gün uğursuz günler olarak kabul edilmiş, altı saat ise önemsenmemiştir.
Başkanlık Sarayı’nda dünyanın en ünlü duvar
ressamlarından Kahlo’nun eşi Diego Rivera’nın öğrencileriyle birlikte çizdiği
duvar resimleri; Maya ve Aztek uygarlıklarından yaşadığı döneme kadar geçen
dilimlerdeki yaşamlar kültürler, inanışlar, Tanrı’ya adak ritüelleri ve çağın önemli siyasi
olaylarını bu kadar kesintisiz ve ilişkili şekilde duvara resmetmesi onu ünlü
kılan meziyeti olsa gerek. O dönemlerde Lenin’le olan siyasi yakınlıklarını ve
aralarındaki ilişkileri de bu duvarda görebilirsiniz.
Gün bitmeden en son Meryem
Ana’nın bir ışık hüzmesi şeklinde görüldüğüne inanılan -ki turist çekmek için
birçok yerde buna benzer hikayeler var- yerdeki üç kilisenin beni en çok çeken
yönü kiliselerdeki mimari ve özellikle depremlerden dolayı bir kilisenin bariz
şekilde sola yatmış görüntüsü. Hatta kiliselerin olduğu meydandaki zeminin bir
bölümü de bir basamak kadar çökmüş durumda.
Ertesi sabah üç gün
kaldığımız Meksico City’den ayrılırken uçaktan volkanik dağlarla arasına
sıkışmış üstü smoke bulutuyla kaplı, kalabalığı yukarıdan bile farkedilen şehre
elveda dedim…
ESRA TÜRKDÖNMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder